İnsân-ı Kâmil isimli eserden ( müellifi: Abdülkerim el-Cîlî, Tercüme: Abdülaziz Mecdi Tolun, Yay. Haz.: Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal; İz Yay. 4. Baskı: 2015) bazı alıntılar
“Tasavvufta ‘Varlık’ (Vücûd), çok kısa olarak Hz. Peygamber’in ‘Allah var idi, onunla beraber başka bir şey yoktu’ hadisini tamamlayan ‘şimdi de olduğu gibidir’ cümlesiyle özetlenebilecek bir mahiyet arz etmektedir. Bu hadis-i şerifin anlamı, sonradan vahdet-i vücûd olarak ıstılahlaşan (terimleşen) ve ‘mazhar ve tecellîlerin ötesinde varlığın bir olduğu ve onun da Hakk’ın varlığından ibaret olduğu’ şeklinde tanımlanabilecek bir varlık anlayışı, sufilerin manevî ve ruhî tecrübeleriyle beslenerek ortaya konulmuştur.” (s.12)
“İnsanın Allah’ın halifesi olması ve esma (isimleri) ve sıfâtının (sıfatlarının) tezâhürü için tam mazhar olması her insan için bir hak ve imkân olmakla beraber, fiilen bu imkân sadece Kâmil İnsan için mümkündür. O da mutlak anlamda Hz. Peygamber, Hz.Peygamber’e vekâleten de diğer nebi ve velilerden ibarettir. (…) İşte hem varlık olarak ve hem de bilgi olarak kendisinden sonra gelen ilâhî ve kevnî (kozmik) bütün mertebelerin esası ve Kâmil İnsan’ın mertebesinden ibaret olan bu mertebe yani Muhammedî hakikat mertebesi kitabımızın isminin işaret ettiği mertebedir.” (s.13)
“Evvelâ Cenâb-ı Hakk’ın esmâsından (isimlerinden) bahsedeceğiz. Çünkü O’na delâlet eden esmâdır. İlâhî isimlerden sonra ilâhî sıfatlardan bahs edeceğiz. (…) Sıfatlardan sonra zuhûrda ancak Zât vardır. Şu açıklamaya göre sıfatlar mertebesi isimler mertebesinden a’lâdır. İlâhî sıfatlardan sonra ilâhî Zât’dan bahs edeceğiz. (…) Bu kitâbda öyle esrâr üzerine tenbîhatta bulunacağım ki, hakikat ilmi vâzıı o esrârı hiçbir kitaba koymamıştır. Tabii bu sırlar Hak ma’rifetine, mülk ve melekût âlemlerine ilişkindir. (…)” (s.32)
“Bu gibi hususlarda inkârı terk ile teslîmin faydası hakikati bilmeğe vâsıl olmaktan mahrum olmamak içindir. Bu bir kesin hususdur ki, bizim ilmimizden bir şey inkâr eden kimse, inkârı devam ettikçe ilmimize ulaşmaktan mahrumdur. (…) Ve kitabımızın mütâlaasına rağbet eden kimse bilmelidir ki, Kur’ân ile hadisler ile teyid olunmayan her ilim dalâlettir; fakat onun teyid edebini ve delilini mütâlaa edenin bulamaması noktasından değil. Bu ilimde öyle mühim fasıllar vardır ki, Allah’ın kitâbı ve hadisler ile doğrulanmıştır; fakat senin istidâd gücün onu anlamaktan seni men etmiştir. (…) (s.33)
“Sen sevdiğini hidâyet edemezsin; fakat Cenâb-ı Hak istediğini hidâyet eder. (Kasas, 27/56) âyeti ile; “Sen elbette doğru yola hidâyet edersin” (Şûrâ, 42/52) âyeti. Kezâ şu hadisler gibi: “Allah’ın evvelâ halk ettiği akıldır; Allah’ın evvelâ halk ettiği kalemdir; Allah’ın evvelâ halk ettiği, yâ Câbir, Peygamberinin nûrudur.” Bunlar birbirlerine mukabil gelmiştir. (…)” (s.35)
Sıddîk-ı Ekber’in “İdrâkten aczi idrâk bir tür idrâktir.” demesi yerindedir. Diğer bir rivâyette Hz. Ebû Bekir “İdrâke ulaşmaktan acz idrâktir” demiştir. Kur’ânda manâ olarak “Mahlûkâtın gözleri onu idrâk edemez.” (En’âm, 6/103)
“İnsân-ı Kâmil’in izahatı olmadıkça kendisine işaret olunanı halletmek mümkün olmadığı gibi, Hak Teâlâ ve tekaddes hazretlerini de isimleri ve sıfatları cihetinden, başka sûretle marifete yol yoktur. Kul evvelâ Hakk’ı mutlak sûrette esmâ ve sıfatlarında görüp, daha sonra muhakkak sûrette zâtı marifete terakkî eder.” (s.48)
“Allah Teâlâ’nın zâtında müsemmâsı (isimleneni) sırf varlıktır. (…) Hak Subhânehû ve Teâlâ hazretlerine ma’rifetin yolu, esmâ ve sıfatlarında dur. Çünkü esmâ ve sıfatlarının hepsi Allah isminin altında içkindir. Dolayısıyla esmâ ve sıfatların aracılığı olmadıkça Hakk’a ulaşmanın imkânı olmadığı âşikârdır. Bu izahtan Allah Teâlâ’ya bu isim, yani Allah ismi yolundan başka yol ile ulaşılmayacağı açıktır. Hakikatle tahakkuku itibariyle varlığa varlık kazandıran, bu Allah ismidir. (…) (s.62) “
No Comments