Sadreddin Konevî Kitaplığı ‘Vahdet-i Vücûd ve Esasları’ isimli kitaptan (Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yay.I.Basım:2014) yer yer alıntılamalar

 

“Bilinmelidir ki: Zâtına has mutlaklığı (zâtî ıtlak) açısından (bu mutlaklık, herhangi bir kayıt ve itibarı dikkate almaksızın salt varlık olarak Hakk’ı dikkate almaktır) Hakk’a dair herhangi bir hüküm vermek veya bir vasıf ile O’nu bilmek (marifet); veya vahdet (birlik), varlığının vacibliği veya (varlık için) mebde (başlangıç) olması; veya yaratmayı gerektirme (iktiza) veya kendisinden herhangi bir eserin sâdır olması; veya ilminin kendisine veya başkasına ilişkin olması gibi herhangi bir nispetin O’na izafe edilmesi sahih ve geçerli değildir. Çünkü bütün bunlar taayyün (belirlenme) ve takayyüt (sınırlanma) hükmü verirler. Kuşkusuz ki herhangi bir taayyünün akledilmesi, Hak için la-taayyünün (belirlenmeme) ortadan kalkması demektir.

Bütün bu zikrettiklerimiz de Hakk’ın mutlaklığıyla çelişir. Hatta Hakk’ın mutlaklığını tasavvurda bile şart şudur: Bu mutlaklık selbî (olumsuzlama ile ilgili) bir vasıf anlamındaki mutlaklıktır (yani Hak mutlaklık ile sınırlansa bu selbî anlamdadır. Başka bir ifadeyle kayıt Hak’ta dikkate alınamayacağı gibi kayıtsızlık için de aynı şey söz konusudur.)” (s.11)

Bilinmelidir ki; Hak mutlaklığı ve ihatası (kuşatıcılığı) itibarıyla hiçbir isimle isimlendirilemez ve hiçbir hüküm kendisine izafe edilemez ve hiçbir vasıf ve resim ile nitelenmez. (Bir şeyi gerektirmek anlamındaki) iktizanın O’na nispet edilmesi, edilmemesinden daha evla (uygun) değildir. Çünkü ister olumlu (müspet) isterse de olumsuz (selbî) anlamda olsun, akledilen herhangi bir iktiza, belirli bir hüküm ve sınırlayıcı bir vasıftır.

Bu tespitin ardından şu da bilinmelidir ki: İktiza, zâtî de olsa (dipnot’tan: yani Hakk’ın varlığının, gaybdan şehadete zuhuru ve ilmî hakikatler demek olan sâbit hakikatler’e, kabiliyet ve yaratılmamış kabiliyetlerine göre bitişmesi yönünden tebarüz etmesi, zâtî bir zuhur olmakla herhangi bir şarta bağlı değildir. Bununla birlikte, bu zuhur ve tebarüzün, kabiliyet yönünden olan üç varlıksal mertebesi vardır. Bunun hükmü, sözkonusu mertebelere göre değişir) üç mertebeye sahiptir. İktizanın birinci mertebe açısından olan hükmü, belirlenmesinin bir şarta veya taayyününe sebep olan bir mucibe (gerektirene) bağlı olmayışıdır.(dipnot’tan: Bu birinci iktiza türüyle ilgili olarak kastedilen şey, söz konusu iktizanın herhangi bir şekilde varlıksal bir gerektirene bağlı olmayışıdır. (s.15). İkinci mertebe açısından olan hükmü ise taayyününün sadece bir tek şarta bağlı olmasıdır. Üçüncü mertebe açısından olan hükmü ise hükümlerinin zuhurunun birden çok vasıtalara, şartlara ve sebeplere bağlı olmasıdır.

Birinci iktizanın hükmü, herhangi bir mucip değil, zâtî feyizdir. Bu feyzin karşılığında hiçbir kabil (feyz alan) ve istidât (dipnot’tan: Bu birinci kısımdaki iktizanın karşılığında düşünülemeyecek olan istidat ve kabil yaratılmamış değil, yaratılmış istidat/kabiliyettir.) akledilemez.

İkinci iktizanın hükmü ise sadece varlıksal bir şarta bağlı olmaktan (tevakkuf) ibarettir, bu varlıksal şart da ‘ilk Akıl’dan ibarettir. İlk akıl, Hak ile kıyamete kadar varlığı takdir edilmiş mümkünler arasındaki vasıtadır.

Üçüncü mertebe açısından gerçekleşen iktizanın hükmünün ortaya çıkması ise diğer varlıklar gibi çeşitli şartlara bağlıdır.

Bu açıklamayla, burada hakikatleri farklı üç iktizanın söz konusu olduğunu ifade etmek istemiyorum; bilakis sadece bir iktiza ve onun da üç mertebesi vardır. Bu tek iktiza ile her bir mertebenin durumuna göre bir eser ya da çeşitli eserler taayyün eder / ortaya çıkar. Bunu anla! (s.16) “

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked