Fütûhât-ı Mekkiyye 18.(son) Cildinin (Te’lif: Muhyiddin İbn Arabî, Çeviri: Ekrem Demirli; Litera Yay.-2012) birkaç yerinden alıntılar
“Ruh bedende olduğu sürece kabrinde gömülü bir ölüdür. Bir kısmı gelin gibi uyurken bir kısmı hapisteki gibi uyur. Her biri sınırlı ve bağlıyken birisi hüsrana uğramışken öteki desteklenmiştir. Ölümle birlikte haşre getirilip kabirdekiler diriltildiğinde, kendisinden ayrışmış olduğu aslına döner ve kavuşur. Bu nedenle üstünlüğü belli olup açık mucizelerle peygamberliği sabit olan kişi söyle demiştir: ‘Ölen kişinin kıyameti kopmuştur.’ Kastedilen küçük kıyamettir. (…) Büyük kıyamet nefisler ile bedenlerin çiftleştirilmesiyle gerçekleşir, çünkü ölümle birlikte ‘imkân’ hükmü onlardan gitmemiştir. Başka bir ifadeyle ölümle birlikte beden ile ruh arasında gerçekleşen boşanma ‘ric’i talak’ (tekrar ona dönmek üzere erkeğin eşini boşaması) mesabesindeyken hüküm şer’î bir hükümdür. Sözü edilen kıyamet, büyük kıyamettir. Büyük kıyamet adeta tekrar kabre dönmek gibidir, fakat hükmü kabirdekiyle bir değildir. Böyle bir vehimde bulunan kişi ‘bu ziyanlı bir dönüştür’ (en-Naziat, 79/12) der. Büyük kıyamet ile küçük kıyamet arasındaki benzetme, benzersizlikle yapılmıştır, fakat şeklen birdir.” (s.47)
“Allah’ın öyle bir kavmi var ki Hakk’ın varlığı onların ta kendisi / Yaşasa da ölseler de hayattadır onlar / İzzet sahibidirler, bilmezler kim olduklarını / Hangi haldedirler, onu da bilmezler / Ancak ölüm vaktinde bilinir hâlleri / Onlar bizim seleflerimiz, efendilerimiz / Öldüklerinde izlerini takip ederiz onların / Sufileri uyku veya uyanıklık tutmaz / Ölseler bile koruma zor gelmez onlara / Onları görürsün, karanlık örtüsü çekilmiş üzerlerine (…)” (s.50)
Bunlardan birisi de üçyüz otuz altıncı bölümden ‘Kalpler sır bilgilerinin ve nurlarının düştüğü yerlerdir’ bahsidir: Vakıalar velilere vahiy peygamberlere aittir. Bununla beraber peygamber ve peygamber olmayanlar için misaller (temsilî suretler) gerçekleşebilir. (…) Binaenaleyh (Hakka) ulaştıktan sonra bedbaht olanlardan olma! (…) (s.51-52)
(…) İnsan-ı kâmil ‘Allah’ dediğinde, bu sözü bütün ağızların vekili olarak söyler. Binaenaleyh insan-ı Kâmil nazargâh-ı ilâhî ve (her şeyin varlığının) kendisine dayandığı varlıktır. Eşyânın (Şeylerin) hakikatlerini tahkik eden, saadete ermiş insanların hayatı üzere yaşar. (s.53-54)
Hz. Peygamber yüce ve övülmüş makamı elde edendir, bütün övgü sonuçları o makama döner. O bu isimlerle adlandırılmış cevamiu’l-kelim’in (birçok ma’nâyı kendinde toplayanın) sahibidir. (…) Hiç şüphesiz Hz. Peygamber en yüce makamın ve en korunmuş İzzet perdesinin sahibidir. (…) (s.57)”
No Comments