Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I(te’lif: Muhyiddin İbnu’l-Arabî, tercüme ve şerh: Ahmed Avni Konuk, Yay. Hazırlama: Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın) Âdem Fassı’ndan alıntılar

 

” ‘İlâhiyyet’ (ilahlık) ‘me’lûh’ (ilâhı olan) olmayınca görünür olmaz. Ve âlemde Âdem’den gayri olan mazharların hiçbirisinin taayyünü (belirmesi), bu toplayıcılığın zuhûruna uygun değildir. O mazharlarda ilahlıktan görünür olan şey, ancak onların özel Rabbi olan ismin rubûbiyyet ve ulûhiyyetinden (rablık ve Allahlık / ilahlık) ne kadar hissesi varsa, o kadardır. Şu halde âlem Rahmân ismi mazharı olduğu ve âlemdeki zuhûrât tekâmül kaidesine tâbi olup, kemâlât tedrîcî bulunduğu cihetle mahlûkatın en kâmili ve mevcûdâtın en şereflisi olan Âdem en sonra geldi. Dolayısıyla Âdem, bu kevnî (var oluşla ilgili) türselliğin sonu oldu. Ve onda mevcutların hepsinin sonuçları ve özü ve özeti var oldu. Ve tecellînin kemâli ve Cenâb-Hakk’ın taayyünâtında zuhûr etmesi Âdem’in varlığı ile hâsıl oldu. Zîrâ ilâhî isimlerin geneli bâtında (zâhirin zıddı) akletme mertebesinde iken, Âdem bu genel sûrete mazhar (zuhur yeri) ve ayna oldu. Bir beytin tercümesi: Hakiki mahbûb(sevgili) kendi sûretini görünür kılmak murâd etti. Âdem’in su ve çamur meydanında çadır kurdu. Kendi cemâlini temâşâ için topraktan ayna yaptı: kendi aksini gördü. Hayretten hepsini alt-üst etti. İşte ‘ilâhî hikmet’in Âdemî Kelimeye tahsîsindeki sebep budur. ‘Fass’ bir şeyin özeti ve özü/en seçkin kısmı mânâsınadır. Ve hâtemin fassı hâtemi süsleyen şeydir, yani yüzüğün taşıdır ki, onun üzerine sahibinin adı yazılır.

Bilinsin ki, ahadî zâtın külliyât (tümeller) itibariyle altı mertebesi vardır. Ve cüz’iyyat (tikeller) itibariyle mertebelerine son yoktur.

Birincisi: ‘Lâ-taayyün'(belirme yokluğu), ‘ıtlâk'(mutlaklık) ve ‘zât-ı baht’ (öz zât) mertebesi. Bu mertebe Hak Sübhanehû ve Teâlâ hazretlerinin künhüdür (özü / hakikati). Onun üzerinde hiçbir mertebe yoktur; bilcümle mertebeler onun altındadır. Ve zât, zâtlığı yönünden âlemlerden ganî olduğundan tecellîden müstağnîdir. Onun tecellisini gerektiren şey zâtında gizli/saklı olan nisbetler ve şe’nleridir. Eğer kendisinde bu nisbetler ve şe’nler/şuûnât olmasa idi, zât ebediyen mütecellî olmazdı. Ve meşiyyet (irade) denilen nisbet ise zâtın kendisi / hakikatidir. Fikir ile sırf zâtın idraki mümkün değildir.

İkincisi: ‘Vahidiyyet’ mertebesidir. Bu mertebenin hâsıl olması sırf zâtta gizli ve helak olmuş bilcümle nisbetlerin / sıfatların istidâd lisanı ile zuhûr talebinde bulunmalarından ve zâtın da onları kendi habs olundukları ahadiyyet mertebesinden salıvermek için nefes vermesinden dolayıdır. İşte bu nefes verme ile o sıfatların sûretleri ilahî ilimde sabit olur. Bu olay, zâtın kendisinde, yine kendisine kendi zâtı ile vaki olan tecellîsinden ibarettir. Ve bu tecelliye ‘feyz-i akdes’ derler. İlim mertebesinde sabit olan sıfat sûretleri, Hakk’ın zâtının bunlarla taayyününden ibarettir. Ve bu mertebenin ismi ‘Allah’dır. ‘Vahidiyyet adlaması bilcümle isimlerin ‘Allah’ küllî ismi altında toplanmış olmalarından dolayıdır. İlim mertebesinde belirmiş olan bu sûretlere ‘a’yân-ı sâbite’ (ilâhî hakikatler) derler.

Üçüncüsü: ‘Ruhlar mertebesi’dir. Zât-ı mutlak’ın ilim mertebesinden bir derece daha kesifleşmesinden ibarettir. İlim mertebesinde sâbit olan her bir ilmî sûret, basit bir cevher olarak bu mertebede zâhir olur. Bu âleme emr/ gayb âlemi / ulvî âlem / melekût âlemi derler.

Dördüncüsü: ‘misâl âlemi’ mertebesidir. Ruhlar âleminde bulunan her bir ferdin cisimler âleminde bürüneceği bir sûretin benzeri bu âlemde zâhir olur.

Beşincisi ‘Şehadet mertebesidir. Mutlak zâtın cüzlere ayrılma, bölünme, yakma/yarma/yırtma, kapanma/bitişme kabul eden cisimlerin sûretleri ile hariçte zuhurudur. Bu âleme ‘kevn (oluş) ve fesâd’ âlemi derler. Zîrâ cisimlerin sûretleri bir taraftan oluşur ve bir taraftan da bozulur. Bu cisimler âleminin basit şeyleri yetmiş küsur unsurdan (gaz, mâyi, katı) ibarettir.

Altıncısı: Mertebe-i câmi-i hazret-i insandır. Bu mertebe de zât-ı mutlakın bir tam mazharda (Âdem nev’-i) zuhurudur. His ve şehadet âlemi ile insan mertebesi cem’i (nâsût) derler. Ve işte bu mertebe tüm cismanî ve nuranî mertebelerin hepsini ve vahdeti ve vahidiyyeti toplayan bir tecellî ve bir son libasdır.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked