Muzaffer Civelek’in “Taşralı’daki Son Hikâyelere Dair” başlıklı yazısından (Dergâh Yazıları Güldestesi, Haz. İbrahim Tenekeci, Dergâh Yayınları) alıntılar
“Nurettin Topçu’nun ‘Taşralı‘ adlı hikâye kitabındaki son dört hikâyesi (ki ölümünden aşağı yukarı yirmi yıl önce kaleme alınmışlardır) Yıldırımın Huzurunda, Mahşer, Büyük Mahkeme, Ebedî Hayat başlıklarını taşımaktadır. Merhum, ölümünden birkaç gün önce yanında bulunanlara hangi eserlerinin en çok beğenildiğini sorunca verilen cevaplardan başı ile yaptığı işaretle tatmin olmadığını belirtmiş; cevabı, ‘Taşralı‘nın sonundaki birkaç yazı’ diyerek bizzat kendisi vermişti. (Dergâh‘ta bunlardan Yıldırımın Huzurunda hakkında bir deneme tarafımızdan yapılmıştı).
Nurettin Topçu’nun birinci tekil şahıs ağzından yazdığı bu hikâyelere atfettiği değeri bugün bunları bir kere daha okumak suretiyle iç dünyasında yaptığı yolculuğa eşlik ederek anlamlandırabiliriz. Böylece onun bizi çıkardığı bir yükseklikten veya bizi indirdiği bir derinlikten hayatına ve eserine uygun bir açıdan bakmak imkânını elde etmiş oluruz.
Mahşer, Büyük Mahkeme ve Edebî Hayat üçlüsü, adlarından da anlaşılacağı üzere bizi bir yolculuğa davet ediyor, ölüm ötesine götürüyor. (…), tabiatın ince nakışlarında ahlâkî eylemden sonra kalbe dolan sevinçlerde cennetin lezzetlerini tadan; ancak yaşadığımız nakıs dünyadan atlayarak, ateşten ve merhametten de geçtikten sonra suyun denize kavuşması gibi Rabbinin huzuruna ereceği tam ve mükemmel bir dünyanın hasretini çeken bir muzdaribin satırlarıdır.
‘ … ben öldüğüm zaman siz yatağımın etrafında toplanmıştınız… Hakikatte beni ilk defa seviyordunuz… Ne servetim, ne kuvvetim, ne de aranızdaki silik hayalim için, hatta içinizden bazınızın benimsediği fikirlerim için de değil, yalnız benim için sevdiğiniz o sahne, herkesin ömründe ancak bir defa yaşadığı bir sahne idi… Siz benim nereye gittiğimi bilmediğiniz için ağlıyordunuz. Bense dünyada böyle bir ölüm için yaşamıştım’. (Ebedî Hayat).
Bu hikâyelerde Kur’an’dan alınan ilhamlarla daha bir kalpten sayfalar açılıyor; hayır ve şer, iyilik ve kötülük, riya ve samimiyet, günah ve sevap, zulüm ve adalet, ceza ve merhamet, nedamet ve şefaat önümüzde bir deniz gibi kabarıyor. Akıbet bizi her zaman sondan başa döndürmeye icbar ediyor; çünkü sonumuzu, bir fiskelik etki ile de olsa, tasarlayıp irade gösterdiğimiz eylemlerimizle, dünyadaki duruşumuzla, yöneliş ve seçimlerimizle belirliyoruz. (…) Her satırında korku ve ümitle beraber faniliğe karşı ayaklanan ebediliğin tadı var.
Nurettin Topçu’nun mümin şahsiyetini, varlıktaki vahdete inanan mistik ruhunu en belirgin olarak metinlerden başlıcaları olmak itibariyle hayatını, değer yargılarını, fikir ve duyuşlarını, iç dünyasının derinliklerini kavramayı kolaylaştıran sözkonusu üç hikâyenin onun düşünce yelpazesini anlamak isteyenler için hâkim bir noktada yer aldığını söyleyebiliriz. Bu noktadan bakmayınca anlama, kavrama, nüfuz etme kaybı kaçınılmaz olur; (…) Aslında uygun bir yöntem olarak her şeye onu en iyi görebileceğimiz bir yerden bakmak gerekir. (…) Her yerde gereken adalet burada da gereklidir.
1975 yılının Temmuz ayında Haseki Hastahanesi’nin bir odasında yukarıda belirttiğimiz üzere Taşralı‘da adı geçen hikâyemsi denemeyi işaret eden merhum sanki ‘ben şimdi kendimi buradan görüyorum, siz de beni en iyi buradan görebilirsiniz’ demek istemişti.
Aşağıda bu üç parça hikâyeden bazı sahneler merhumun ifadelerine, üslûbuna bağlı kalınarak ve bir sıra takip etmeksizin harmanlanarak sunulmuştur.
İstemesini bilmek…
Hem usandırmayan, hem de sonu olmayan, hem de sevilenlerden ayırmayan ahiret yolculuğunda, ebedî hayatın başlangıcında ‘nereye gidiyoruz‘ sorusuna refakatçi melek ‘nereyi istiyorsan‘ demedi, ‘nereyi istedinse‘ diye cevapladı. Nereyi istedinse! (…)” (Alıntılar kitabın s.221-223 arasından)
No Comments