İsmet Özel’in “Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir” isimli kitabından (TİYO Yay. Aralık 2019 I.Baskı) alıntılar
“Şiire hangi yazıyla emek verildiği meselenin özüdür, aslıdır, dokusudur. Tuhaflık şurada ki, bana Türkçe yazma imkânı bahşeden Latin harfleri düzeneğinden başkası olmadı. Bu yaştan, bunca tecrübeden sonra ne yapacağım ben şimdi? Özenle neler yazdıysam hepsini çöpe mi atacağım?” (s.14)
“Çok istediğim, yaşım ve statüm buna elverdiği halde Muhammet ümmeti ile bir tanışıklık kurabildim mi? Yıllar geçti ve benim anlam veremediğim bir tarzda geçti. Şimdi tanışıklığına her şeyimi fedaya hazır olduğum zevatın tuzağından salim kalmağı kâr beller durumdayım.” (s.14)
“Toplumun ne kertede güruh olup olmadığını o topluma can veren unsurların İslâm’la ilişkileri tayin eder. ‘Amentü’ şiirini Allah bana hidayet nasip etmeden yazmağa başladım. Madem Tevfik Fikret ‘Haluk’un Amentüsü’ bahsini açmıştı, ben de kendi âmentümü yazarak bahsi kapatma cüreti göstermeliydim. Oldu mu böyle şeyler? Hayır, olmadı. Ne Fikret’in bir bahsi açtığı, ne de benim o bahsi kapattığım doğru. Doğru olan sanatçının kendini feda edişidir.” (s.16)
“Aşağıdaki sözler II. Yeni’nin üç büyük şairinden birinin, Cemal Süreya’nın (diğer ikisi Turgut Uyar ve Edip Cansever) sözleridir: ‘Hedefim bir gazetede sütun sahibi olmaktı. Ben şiir yazmağa bu sebeple başladım. Çünkü benim yetişme çağlarımda edebiyat alanında kendini ispat etmemiş kişiye gazetede yer vermiyorlardı.’ “(s.18)
“(…) Beni takatsiz bırakan bizzat kendi kavrayış gücümdür. Biz Türkler evvel zaman içinde millet olmanın tadına şairlerimizle varmıştık. Bu tadın yazdıkları varoluşçu, Marksist, İslamcı kalıplara dökülmeye çalışılan benimle, benim sahiciliğimle bir alâkası var mı? Bu satırları okuyan içinden ‘bana ne senin sahiciliğinden?’ diye geçiriyorsa kendisi bilir. Bildiğini ona yeniden öğretecek değilim.” (s.43-44)
“Hayatımın meşguliyeti diye bildiğim şiir yazmağa kendimi keşfetmek için başladım. Niçin keşfedecektim kendimi? Keşfe değer olup olmadığım, uyduruk bir nesne olup olmadığım kafamı kurcalıyordu. (…) Sahicilik bende var mıydı? Elime yakıştırdığım şiir vasıtası insanın keşfine yarayacak mıydı? (…) Olsa olsa bir seyahat olabilirdi bu. Kendi seyahatim, keyfimce tertiplediğim bir seyahat. (…) Olmasaydı ne ben bu satırlara emek verecektim, ne de siz bu yazdıklarımı okuyor olacaktınız.” (s.51)
“İnsan ve insanlık endişesi… Bu ikisi arasından çok zaman geçti ve ben sizden kendime mahsus seyahatin notlarına göz atmanızı istiyorum. (…) Hangi fırsatı yakalamak istiyordum? Peşine düştüğüm fırsat fiilen bilinip tanınan insan varlığıyla insanlık endişesi arasındaki mesafenin kapatılabilme fırsatıydı.” (s.52)
“Kimlere halk deniyordu ve kim halk olarak adlandırılmağı hak ediyordu? Halk olmama tercihinde bulunanlar bir haklılığı temsil ediyorlar mıydı? Bilmek istiyordum. Şiirin beni davet ettiği bilme mesleği heyecan veriyordu.” (s.53)
“Hâsılı kelâm: Annem çocuklarına intizar etmeyin derken muhatabınızın veya hasmınızın başına kötü bir şeyin gelmesini beklemeyin, zira sizlerin mü’minlerden, duası kabul olunan zevattan biri olma ihtimaliniz vardır demiş oluyordu. (…) Bana kucak açan şiirin beni tekellüflü değil tekeffüllü bir hayata sürüklediğini biliyordum.” (s.54)
“Dünya kurulalı beri hiç kimse kulluğunu askıya alıp ‘var’ olamamıştır, olamaz. Eğer bir kazanç, bir mükâfat bekliyorduk, bu mükâfata anlayarak, anlaşılarak değil, dinleyerek, işiterek, itaat ederek erişebiliriz.” (s.55)
“Şuur olmaksızın şiir olmaz. Şuur ise şuuruna varılan o şeyden tecrit edilemez. Ancak va’z edilmiş bir şeyin şuuruna varılabilir. (…) Hepimize, her birimize ömrümüz boyunca sıkıntı veren şey ise anladığımızı sanmalarımızdan, anladığımızı sandıklarımızdan başkası değildir.” (s.57)
No Comments