“Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-II” isimli kitaptan alıntılar

 

Tercüme ve Şerhi Ahmed Avni Konuk (m.1868-1938) tarafından harf devrimi öncesi Türkçe ile yapılmış olan, günümüz Türçesiyle yayına hazırlanması ise Doç. Dr. Mustafa Tahralı ve Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın (merhum) tarafından gerçekleştirilen(1989) bu kitaptan (7. Baskı:Nisan2017) yapacağım birkaç alıntılama oluşturacak bu yazıyı.

Fusûsu’l-Hikem ve Şerhi‘nde ‘Hak zatı bakımından şeylerden münezzehdir; taayyün (belirme) bakımından münezzeh değildir’; ‘Hak zâtı bakımından şeylerin aynıdır; fakat taayyün bakımından gayrıdır’.” (s.13)

” ‘Allah her şeyi yani bütün varlıkları hem ilmiyle hem de varlığıyla kuşatmıştır.’ (Nisa, 4/126) Şu halde herhangi bir varlığın Hakk’ın varlığı haricinde müstakil bir varlığı yoktur.” (s.15)

İbn Arabî Fusûsu’l-Hikem‘de şöyle demektedir: ‘Ey eşyâyı(şeyleri) kendi nefsinde halk eden! Sen halk ettiğin şeyi toplayıcısın. Varlığı sonlu olmayan şeyi sen varlığında halk edersin. Ey varlıkları kendi ilminde tasvir edip mutlak varlığının tenezzülleriyle (inmeleriyle), o ilmî sûretlere şu kâinat âleminde varlık vermek suretiyle halk eden! Bu yarattığın şeyleri hem ‘ilim’ ve hem de şu ‘ayn’ yâni şu ‘kesif cisimler’ mertebesinde, Sen kendi nefsinde toplayıcısın. Bilindiği gibi ‘ahadiyet’ mertebesinde ‘mutlak zât’ın hakikati (aynı) olan bütün sıfatlar ve isimler, Hak’tan zuhur talebinde bulundular. ‘Âlemlerden ganî olan Zât kendi isimlerine bir rahmet olarak kendi zâtı ile kendi zâtında ve kendi zâtına tecelli edip o isimlerin sûretleri önce ‘ilahî ilim’de görünür oldu. Bu zuhûrun kemâli için ‘ilmî sûretler’in ‘ilim mertebesi’nden ‘ayn mertebesi’ne gelmesi icâb etti. Şu halde kesif olan madde ve cisimler âleminin belirebilmesi için, mutlak varlığın mertebe mertebe ‘inip’, ilminde sübût bulan ‘ilmî sûretler’e ruhlar, misal ve şehadet mertebelerinde, her mertebenin gereğine göre, yine kendi varlığından bir ‘sûret libası’ giydirdi. Bu demek olur ki, bütün taayyün mertebelerinde zuhur eden Hak’tır.” (s.16)

“Böylece varlıklar Hakk’ın varlığında görünür olmuştur. Dolayısıyla Hak belirme bakımından her mevcudun ‘ayn’ı olmakla beraber, bu mevcutların maddî varlıklarıyla aynı değildir. Başka bir ifadeyle, bizim varlıklarımızda bâtın (gizli/görünmeyen) olan ‘hüviyet’ Hakk’ın, fakat görünen şahıs ve maddî varlıklarımızdaki ‘şahıslaşma’ bizimdir.” (s.16-17)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked