“Ahlâk / Yeni Bir Yaklaşım” isimli Ömer Türker’in kitabından (Ketebe Yay., 4.Baskı Ekim 2020) alıntılar
“(…) Nihayet hem iyilik ve kötülüğün hem de iyilik ve kötülüğe ilişkin bilgilerimizin kaynağının ilâhî bir varlığı gerektirip gerektirmediği, ahlâkî davranışlarımızı açıklamak için kullanmak durumunda olduğumuz gaye, yetkinleşme, mutluluk ve hoşnutluk gibi kavramların fiziksel dünyanın ötesine geçip geçemeyeceği ise ahlâkın metafizik teorilerle ilişkili yönünü oluşturur.” (s.11)
“İslâm geleneğinde ahlâk düşüncesi, İslam’ın bir din olarak doğuşu ve zamanla büyük kültür ve düşünce geleneklerine dönüşmesi sürecinde oluşmuştur. Dolayısıyla onun dayandığı bilgi, fizik, toplum ve metafizik teorileri, klasik dünyanın öğretileridir. (…) Ahlâk söz konusu olduğunda her ne kadar İslâm geleneği klasik dünyadaki iddialarını sürdürmeye devam etse de eski konumundan epeyce uzaklaşarak teorik seviyede ahlâkî bilinci ve pratik seviyede ahlâki davranışı üretme kapasitesini ancak sınırlı bir şekilde koruyabilecek duruma gerilemiş ve evrensel seviyede norm koyma kapasitesini kaybetmiştir. Hiç kuşkusuz bunun nedeni, ahlâk teorisinin temelini oluşturan bilgi, fiziksel dünya, toplum ve metafizik alanlardaki üretim gücünü kaybetmiş ve bu alanları üreten zihinlere bağımlı hale gelmiş olmasıdır. (…) “(s.12)
“(…) Sadrüşşerîa’nin Tavzîh‘iyle tatışmanın bilhassa Osmanlı döneminde yeniden bir özgür irade ve teklif meselesi olarak canlandığı ve varlığını uzunca bir süre devam ettirdiği görülür. Bu tartışmanın klasik dönemde ortaya çıkardığı en önemli tartışma konularından biri, ‘ahlâki önermeler’in tahlilidir. Günümüz ahlâk terminolojisinde meta-etik tartışmalara tekabül eden ve ahlaki kavram ve yargıların aklî dayanaklarını, evrensel karakterini, olgusal karşılığını belirlemek bakımından hayati bir önemi haizdir.”(s.13)
“Ahlâkın metafizikle ilişkisi, doğal olarak insanın metafizik bir yönü olup olmadığı şeklindeki daha zorlu ve karmaşık bir sorunun bir parçasıdır. Diğer deyişle ahlâkın kökenine ilişkin bir tartışmada, metafizik bilginin imkanı sorunu bütün zorluklarıyla kendini gösterir. Gerçi ahlâkın metafiziğe, açılan bir kapı olduğu, Kant’in onayını taşıması nedeniyle modern düşüncede daima bir imkân olarak değerlendirilmiştir. Fakat özellikle 20. yüzyıldaki felsefi ve bilimsel gelişmeler, dinî mitolojiye yaklaştırdığından ahlâkın metafiziği açılan yönünün daha da zayıfladığı söylenebilir. Doğrusu bu sorunu aşmak, metafiziğe bilimler arasında yeniden yer açmayı gerektirdiğinden oldukça zordur ve ahlâkın, metafiziği kanıtlama çabaları içinde yitirilmesi tehlikesini barındırır. Bu sebeple metafiziğe alan açma çabalarından ziyade, insanı insan yapan değerlerden hareketle ahlâkın metafizik yönünü inşa etmek daha tercihe şayandır. Başka bir ifadeyle ahlâkın ontolojisini epistemolojisinin önüne almak daha tercihe şayandır.” (s.16)
“(…) Özellikle felsefî ahlâk düşüncesi, insan nefsinin (ruhunun) soyut bir cevher olduğu üzerine kurulduğundan insana istidlal yöntemiyle tüketilemeyecek bir tecrübe alanı açar; istidlal anlamında aklı, nefsin bir işlevine dönüştürür ve doğru bilgi ile doğru davranış arasında insanlık vasıflarının tahakkuk etmesi için tam bir uyum öngörür. Fahreddin er-Râzî (ö.606/1209) ve sonrasına tekabül eden müteahhirun döneminde bu kavrayış, hem kelam geleneğine mensup bir kısım düşünürler tarafından hem de sufıler tarafından tevarüs edilmiştir. (…)” (s.17)
Diğer yandan İslâm Dini’nin modern dünyada varlık ve insana ilişkin iddialarını hâlâ sürdürmesi, Müslümanlara kelam, felsefe ve tasavvufu içerecek şekilde geniş anlamıyla metafiziği diri tutma imkân ve mükellefiyeti vermektedir. Bu durum teorik olarak bir imkân iken dinî olarak bir yükümlülüktür (teklif). Bu sebeple de teklifi temellendirme, alanını belirleme, teklif dairesi ile din arasındaki ilişkinin keyfiyetini açıklama gibi klasik İslâm düşüncesinin tartışmalarını yeniden kazanmayı gerektirir. Mu’tezile’nin ve Mâturîdîliğin teklifin sınırı ile dinin sınırını özdeslestirmemesi ve ahlaka evrensel bir temel bulma çabası, İslâm ahlâk düşüncesinin sahip olduğu en önemli imkânlardan biridir. (…)” (s.17)
No Comments