İsmail Kara’nın “Dağ Ne Kadar Yüce olsa Portreler 2” Kitabından (Dergâh Yay. 1.Baskı, Kasım 2020) alıntılar
“Bu kitap ilk baskısı 2005 yılında yapılan Sözü Dilde Hayali Gözde‘nin ikinci cildi sayılır. (…) Aralarında annem, babam ve ‘erken’ yola revan olan bir arkadaşım da var. (…) İnsanı, insanları, cemiyeti, milleti, memleketi (isterseniz insanlığı da diyelim) tanımak, anlamak, şerhetmek zor bir iş olduğu kadar insanların arasında yaşayan, onların arasında ünsiyet kurarak varlık kazanan tek tek fertler için aynı zamanda bir mükellefiyet ve zarurettir. Hususen bir memleketin eğitim almış insanları, âlimleri, aydınları, sanatkârları ve yöneticileri için… (…) Önem atfederek ve zevkle, aynı zamanda bir vazife sâikiyle yazdığım portre metinlerinin bir kısmını daha ‘kahramanlar’ımın vefat tarihlerine göre sıralayarak bu kitaba alıyorum. (…) Bu değerler sadece geçmişi ve bugünü ele vermeleri açısından değil gelecek tasavvuru bakımından da fikir verecek, yol işaretleri olacaktır. (…) Uzun yolculuğa çıkıp rahmet deryalarına dalanlardan bende kalanların kayıtları köprüler kurup yol katederken belki size de rehberlik ve yoldaşlık yapabilir.” (“İfade-i Meram” başlıklı bölümden, s. 5-6)
Yunus Emre’nin “Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında” şiirinden alıntı olarak ilk ve son dörtlükler: Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın? /Göçtü kervan kaldık dağlar başında. / Çağrışır tellallar inanmaz mısın? /Göçtü kervan kaldık dağlar başında. (…) Yunus sen bu dünyaya niye geldin ? / Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin. / Enbiyaya uğramaz ise yolun, / Göçtü kervan kaldık dağlar başında. (s. 9)
“(…) Son zamanlarında caminin avlusunda cemaatle oturup sohbet ederken bazan içi geçer ve ‘ola uşaklar, siz burada daha çok oturursunuz ama ben / Hacı Süleyman yatırım şu karşıya!’ diye mahzun bir edaya bürünür, bakışlarını şimdi medfun olduğu karşı yakaya, Molla Hamitlerin evinin üstüne doğru çevirirdi. Hakikaten öyle oldu. Kısa bir müddet sonra Trabzon’dan vefat haberi geldi, bir gün sonra da naaşı… Hayatımda ilk defa onun tabutu üzerinde sarık görmüştüm. Çok hizmet verdiği Büyük Cami’den ebedî yolculuğa uğurlandı. O şimdi ‘karşı’da yatıyor, caminin avlusundaki cemaat da, oturanlar değişmekle beraber hâlâ orada eğleşip konuşuyor.” (s. 17) Zühtü Paşa’nın el-Mecmuatü’z-Zühdiyye fi’l-Ahkâmi’d-Diniyye kitabının birinci cildinin arka kapak sayfasına Hacı Süleyman’ın düştüğü uzun notlardan biri şöyle: “Dinî kütürle günlük bilgilerin, menakıpla tarihin, şaşırtıcı fakat sıradan bilgi ile derin ve hikmetli bilginin nasıl yanyana durduğunu ve hepsinin ne kadar büyük ölçüde ‘dinî’ olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekici. (…) Unutmadan söyleyelim, alındığı kitap da bir fıkıh ve ilmihal kitabı; Halebî Tercümesi.”(s. 34)
“Boylu boslu, kas yapısı hayli gelişmiş sportmen bir vücut, canlı ve cazibeli gözlerden size doğru gelen yumuşak bakışlar, tam tebessüme varmayan bir eda (…) ancak varlıklı insanların giyebileceği takım elbise yahut vasıflı spor kıyafet, o yıllarda moda olan geniş paça, düğme kısmı kalın bağlanmış ve renkleri canlı, çizgili veya büyük çiçekli kravat, uzun yakalı gömlek… (…) Yaşına göre genç ve dinç. Bu hususiyetleri sebebiyle hiçbirimiz ona diğer hocalarımız arasında İmam Hatip Okullarının ilk mezunlarından biri olarak bakamadık zannediyorum. (…) Hoca masasına çıkıp oturduğunda o derste neleri anlatacağına dair yüzünde net işaretler yok gibi. (…) Fakat konuşmaya ve anlatmaya hazır ve arzulu. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Tasavvuf Tarihi derslerimize gelen rahmetli Selçuk Eraydın ile alakalı ilk intibalarımı böyle aktarabilirim. (…) Rahmetli Selçuk hocanın gayreti ve sürati Mustafa Tahralı hocanın titizliği ile birleşince kültür hayatımız çok önemli bir tasavvuf yayınına ve külliyatına kavuştu. Kaderin cilveleri bu külliyatı Selçuk beyle Mustafa beyin önüne getirdi. 4 cilt halinde yayınlanan Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi’ ni beraber hazırladılar. 1. cildin yayınını Dergâh Yayınları bünyesinde birlikte gerçekleştirdik. Eserin mali külfetini ticaretle de uğraşan Selçuk hoca karşılamıştı. (…) Ayrıca, bu tesadüf ve çalışmalar sayesinde Tedbîrât-ı İlâhiyye gün yüzüne çıktı. Fîhi Mâ Fîh‘in yeni bir tercümesine daha kavuştuk. (…) Selçuk hoca ile vefatından 10 gün kadar önce karşılaştığımızda yine bu hazırlıkları konuşmuştuk. Görüşmek üzere ayrıldık. Meğer dünya gözüyle son görüşme bu imiş… Bir mübarek zamanda,miraç kandili gecesinde Selçuk bey Hakk’a yürüdü, urûc etti. Tarih 19 Aralık 1995. Kayda değmez bir trafik kazası ruhlar âlemine intikalinin yolunu açtı.” (s. 34 -47 arası)
No Comments