Mevlânâ Celâleddin Rûmi’nin “Fîhi Mâ Fîh” adlı eserinden (Tercüme:Ahmed Avni Konuk, Hazırlayan: merhum Dr.Selçuk Eraydın, İz Yayıncılık 8.Baskı, 2009) alıntılar

 

“Bu güzel eserin gönüllerimizin inbiği, kimliğimizin mühürü, uzun ve meşakkatli hayat yolumuzun rehberi olması dileğimizdir.” (merhum Dr. Selçuk Eraydın, ‘Takdim’ başlıklı bölümün son cümlesi, s.X)

“Merhum Ahmed Avni Konuk (m.1868-1938) beyefendinin mütercimi olduğu bu eseri neşretmemize iki husus sebep olmuştur. Bunlardan birincisi tercümeleri ona ait olan bütün eserleri neşretme düşüncesiyle yola çıkışımızdır. İkincisi ise millî kültürümüzün bir bütün içinde devamını sağlamak ve onu ileriki nesillere aktarmaktır.” (s.XII)

“Hz.Mevlânâ’ya göre Kur’ân-i Kerim eskimeyen, zaman ve mekân sınırını aşan ve hiç tükenmeyen bir kelimâtullahtır. Müslümanlar eskidikçe kendilerini hep yeni kalacak olan Kur’an-ı Kerîm’le yenilemelidir ” (s.XV)

“Mevlânâ sûreti cemâd (taş, maden gibi cisimler) hükmünde mütalaa eder ve sadece sûreti gören kimsenin manâya yol bulamayacağını; yalnızca sûreti gören kimselerin, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, yolun çocukları mesâbesinde bulunduklarını söyler.” (XV)

“Mevlânâ’ya göre ameli amel ile, ilmi ilim ile, sûreti sûret ile ve manâyı manâ ile anlamak mümkündür.” (s.XVI)

“Hz. Mevlânâ ‘Mescid-i Harâm, zâhir ehline göre ziyaret edilen Kâbe’dir; âşıkların ve vâsılların indinde ise visâl-i Hak’dır (Hakk’a erişme)” (s.XVII)

“Öyle sanırdım ayrıyım, dost gayridir, ben gayriyim / Bende olup işiteni bildim ki ol cânan imiş” (Niyâzi-i Mısrî) (s.XVII)

“Rızkı veren Allah Teâlâ’dır; O herkesin rızkını takdir ve taksim etmiştir. Hakk’ın takdirini değiştirmek mümkün olmadığına göre, insanın kendisini Kur’an-ı Kerîm’e göre değiştirmesi isabetli bir davranıştır.” (s.XXI)

“Böylece elinizden çıkana üzülmeyiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle sevinip şımarmayınız. Çünkü Allah kendini beğenip böbürlenenleri sevmez.” (Hadîd, 57/23) (s.XXII)

“Ham ervah (ruhlar) olanlar, pişkin ve yetişkin zevatın halinden anlamazlar. O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.” (s.2)

“İmdi (O halde) nur-i Hak’tan yanmağa sabr etmeyen ve ictihâd göstermeyen adam, adam değildir. İdrâk olunan her şey Hak değildir. Âdem odur ki, ictihâddan hâlî (uzak) kalmayıp bî-ârâm(durup dinlenmeyen) ve bî-karâr (kararsız) olarak Hakk’ın Celâl nûrunun etrafını devr eyleye. Ve Hak odur ki, âdemi yakıp yok ede ve hiçbir akıl onu idrâk edemiye.” (s.36)

“Ama kim Rabbinin makamından korktu, nefsini hevâ (ve hevesin)den alıkoyduysa, işte muhakkak ki cennet onun varacağı yerin ta kendisidir.” (Nâziât, 79/40-41) (s.58)

“Âb-ı hayat zulmettedir derler; o evliyânın cismidir ve âb-ı hayât (hayat suyu) o cismin içindedir. Sen âb-ı hayâta ancak zulmette (karanlıkta) erişirsin. Eğer bu zulmetten istikrâh edip (tiksinip) kaçarsan, mâ-i hayat sana nasıl erişir? (âb-ı hayat: mâ-i hayât) Sen habîs olan kimselerden habâset ve müfsidlerden fesâd talîm etmek istediğinde, muradına nâil oluncaya ve bunu öğreninceye kadar arzunun hilâfında olarak bin mekrûha ve dayağa tahammül edersin. Halbuki bir mekrûh gelmeksizin ve alışmış olduğun bazı şeyleri terk etmeksizin, enbiyâ ve evliyâ makamı olan kalan dâimî hayatın tahsîlini nasıl arzu ediyorsun? Bu nasıl olur? (…) ‘Bazan mekrûh (fena) gördüğünüz şey sizin için hayırlıdır.'(Bakara, 2/216) (…) İmdi ma’lûm oldu ki o kimse, şeyhin tâlibi ve âşıkı değildir. Eğer âşık ve tâlib olaydı, dediğimizin kat kat fazlasını işler ve sözümüz onun kalbinde baldan ve şekerden daha lezzetli olurdu.” (s.90)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked