Ömer Türker’in “İslâm Düşünce Gelenekleri Kelam-Felsefe-Tasavvuf” kitabından(KETEBE Yay. 2. Baskı 2021) alıntılar

 

“İhtiyari hareketin bulunması, hayvan ile insan mizacı arasındaki farkın mihengi kabul edilir.” (s.87)

“Semavi cisimler oluş ve bozuluşu kabul etmediğinden ezelden ebede daimi hareket halindedir.” (s.88)

“Fizik ve matematik ilimlerdeki bilimsel araştırmalar ancak metafiziğe ulaşıldığında bir bütünlüğe kavuşur ve nihai anlamını bulur. Dolayısıyla metafizik kabullerden bağımsız bir bilimsel faaliyet mümkün değildir. Nitekim felsefe geleneğinin âlem tasavvuru ve Tanrı-alem ilişkisine dair açıklamaları kavrandığında bu durum daha vazih hale gelecektir.” (s.90)

“İslam’ın önde gelen filozoflarının tamamı, Tanrı’nın sebep ve bir bütün olarak âlemin sonuç olduğunu düşünür. Diğer deyişle Tanrı-âlem arasında illet-malûl (illiyyet, nedensellik) ilişkisi vardır. Bunun anlamı şudur: Bir bütün olarak âlem kendi başına var olmuş değildir, bir varlık veren faile muhtaçtır. Bu bağlamda Tanrı, âlemde ortaya çıkan bütün mevcutların varlığını doğrudan veya dolaylı şekilde kendisinden aldığı nihaî fâil ve sebeptir. Dolayısıyla Tanrı, bütün varlığın kaynağıdır. Bir şeyin, varlık anlamının bütününe kaynaklık edebilmesi için kendisinin varlığı zorunlu olmalıdır. Bu sebeple Tanrı, zatı gereği zorunlu varlıktır. (…) Tanrı’nin başka bir şeye muhtaç olması düşünülemeyeceğine göre, O ezelden beri âlemi var ediyor veya ezelden beri ona varlık veriyor demektir.” (s.91-92)

“Tanrı’yi varlık veren bir ilke olarak kabul etmeyen herhangi bir âlem açıklaması, felsefe geleneğine göre yanlıştır. Modern bilimin, klasik dünyadaki hakim bilim geleneğinden en önemli kopuşlarından biri budur.” (s.96)

“Her ne kadar Gazzâlî’nin önde gelen filozofları tekfir etmesiyle felsefe ve kelam geleneği arasında çatışmanın zirveye ulaştığı zannedilse de bu tekfir, çatışmanın zirveye çıkmasının tam tersine çözüme kavuşmasının habercisidir. Çünkü Gazzâlî’den hemen sonra Fahreddin Râzî, filozoflar tarafından sunulan çözümleri bütün İslam geleneğine mal olacak şekilde ifşa etmiştir. Bu sebeple Fahreddin Râzî ile birlikte İslâm coğrafyasında aklı ilimler yaygınlık kazanmış; fıkıh usulü, kelam, tasavvuf gibi önde gelen şerî ilimler, mantık ve felsefenin meselelerinden habersiz öğrenilmez hale gelmiştir.” (s.103)

“Bütün dini düşünce geleneği, Hz. Peygamber’de (sallallahu aleyhi vesellem) dile gelen ilahi hakikatle nasıl irtibat kurulacağı ve bu hakikatin nasıl anlaşılıp bir yaşam formu haline dönüştürülecek sorularına cevap olarak ortaya çıkmıştır. Zira Müslümanlar, Kur’an ve Sünnet’i anlamayı daima bir tür hakikat idraki olarak değerlendirmiştir. Tasavvuf da dini düşünce geleneğinin bir parçası olarak aynı sorulara cevap vermeyi amaçlar. (…)” (s.109)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked