Abdülkerim el-Cîlî’nin İNSÂN-I KÂMİL isimli eserinden (Tercüme: Abdülaziz Mecdi Tolun)
Yayına Hazırlayanlar
Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın Prof. Dr. Ekrem Demirli Abdullah Kartal İZ Yayıncılık: 266 4. baskı; İstanbul, 2015
Bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Abdülaziz Mecdi Tolun 1937 yılında Tasavvuf tarihinde buyuk önemi olan bu eseri tercüme ederek, hem Türkçe’ye hem de tasavvuf kültürümüze önemli bir katkı sağlamıştır.”
“Her insanın bi’l-kuvve (potansiyel olarak) sahip olduğu bu imkân, sadece Kâmil İnsan için bi’l-fiil mümkündür. Bu itibarla İnsân-ı Kâmil, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını bi’l-fiil kendisinde tahakkuk ettiren varlıktan ibarettir. Bu da sadece Hz. Peygamber’e has bir imtiyazdır. Kendisinden önce veya sonra yaşamış bir nebi veya veliye bu ismin verilmesi niyabet (vekillik) yoluyladır.”
“İnsan-ı Kâmil yazarı aynı zamanda bir şairdir ve Arapça divanları bulunmaktadıır. (…) Kendisi de divanı bulunan bir şair olan mütercim, Arapça şiir tercümeleri için model olabilecek bir maharetle bu şiirleri Türkçe’ye aktarmıştır.”
“Böyle bir eserin hazırlanmasına girişen fakat ömrü vefa etmeyen hocamız Selçuk Eraydın beyi rahmetle anıyoruz. (…)”. Ekrem Demirli Üsküdar 10/11/1998
“Bu kitapta öyle esrâr üzerine tenbîhatta bulunacağım ki, hakikat ilmi vâzıı o sırları hiç bir kitaba derc etmemiştir (dahil etmemiştir).”
“Ben bu kitabımı mütâlaa edenden şunu iltimâs ve rica ederim ki, benim bu kitabımda derc ettiğim ne kadar bahisler var ise, onlar Kur’ân-ı Kerîm ve ahâdîs-i şerîfe ile teyîd edilmiştir.”
“Îmân ve teslîmden başka marifet yolu yoktur.”
“Kur’ân ile, ahâdis ile teyîd edilmiş olmayan her ilim dalâlettir; fakat onun teyîd edenini ve delîlini mütâlaa edenin bulamaması noktasından değil. Bu ilimde öyle mühim bahisler vardır ki, Allah’ın kitabı ile ahâdîs ile teyîd edilmiştir; fakat senin istidâd kudretin onu anlamaktan seni men etmiştir. (…) Bu iktidâr yokluğu ile zannedersin ki, Allah’ın kitabı ile yâhut hadîs ile o bahis teyîd edilmiş değildir.”
“Sen sevdiğini hidâyet edemezsin; fakat Cenâb-ı Hak istediğini hidâyet eder” manâsına olan (Kasas, 27/56) âyeti ile; “Sen elbette sırât-ı müstakîme hidâyet edersin manâsında olan (Şûrâ, 42/52) âyeti. Kezâ benzer anlamlarda hadislerin manâları: Allah’ın evvelâ halk ettiği akıldır; Allah’ın evvelâ halk ettiği kalemdir; Allah’ın evvelâ halkettiği yâ Câbir, Peygamberinin nûrudur.”
Sıddîk-ı Ekber’in, “İdrâkten aczi idrâk bir tür idrâktir” demesi yerindedir. Diğer bir rivâyette Hz. Ebû Bekir, anlam olarak: “İdrâke ulaşmaktan acz, idrâktir.” buyurmuştur. (‘Derek’, Arapça’da, kuyuya saldıkları ipin, suya erişmemesinden dolayı, suya erişmek için eklenen ip parçası demektir.)
“Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerine marifetin yolu, isimler(esmâ) ve sıfatlarındandır (sıfât). Çünkü esmâ ve sıfâtının hepsi bu Allah isminin tahtında dâhildir. Bundan dolayı esmâ ve sıfâtın aracılığı olmadıkça Hakk’a vusûl yolu yoktur. Hakikatle tahakkuku itibariyle varlığa varlık kazandıran, bu Allah ismidir.”
“Hak Sübhânehu ve Teâlâ hazretleri bu Allah ismini, insan için ayna yaptı. İnsan yüzü ile o aynaya bakarsa ‘Allah var, O’nunla beraber hiçbir şey yok‘ sözünün hakikatini bilir ve işitmesinin Allah’ın işitmesi olduğu; görmesinin Allah’ın görmesi olduğu; kelâmının Allah’ın kelâmı olduğu; hayâtının Allah’ın hayâtı olduğu; ilminin Allah’ın ilmi olduğu; irâdesinin Allah’ın iradesi olduğu; kudretinin Allah’ın kudreti olduğu kendisi için münkeşif (keşfedilmiş) olur; ve bu inkişaf (açılma),asâlet yolu iledir.”
“Cenâb-ı Hak Kur’ânda, anlam olarak, “Allah sizi ve sizin fiillerinizi yaratmıştır.” buyurur.”
“Cenâb-ı Hak, Zât’ından ne kadar kemâl ızhâr ederse (görünür kılarsa), gaybda ondan daha büyük kemâlât vardır. Nihâyet ilâhî kemâl’e erişmek için yol yoktur.”
“(…) Ne zaman kuluna Hak nurlarından bir şey tecellî ederse, kulu vehle-i ûlâda (ilk başlangıçta) onun Hak nûru olduğunu zarurî şekilde bilir. Bu tecellînin sıfatlarla, yâhut zâtla ilgili, yâhut ilmî, ya da aynî (maddî) olmasında fark yoktur. Ne vakit senin üzerine böyle bir tecellî vâki olur da, başlangıçta onun Hak nûru yâhut Hak zâtı olduğunu bilirsen, tecellî olduğunda şüphe etme. Bu meseleyi anlamak için iyi düşün! Bu öyle bir denizdir ki, sâhili yoktur.”
“İlâhî ilhâma gelince: Sâlik, hakîkat yolunda mübtedî (yeni başlayan) ise, ilhâm ile amel etmek için o ilhâmı Allah’ın kitâbına yâhut nebevî ahâdise (hadîslere) arz etmek lâzımdır. Eğer bu ikisinden şâhidini bulursa, şüphesiz ilhâmdır; şâhidini bulamazsa inkâr yokluğu ile beraber o ilhâm ile amelden tevakkuf (bekleme) lâzımdır. (…)”
“İnsana gelen ilim, sünnet ve cemâat ehline nisbet olunan bir zâtın lisânından kalbine erişir. Bu sûrette o ilmin şâhidini veya sahîh taşıyıcısını bulursan, o ilim makbûl ve mu’teberdir, onunla amel edersin. Bulamazsan, akıl nûrunun îman nûruna galebesi ile zayıf îmâna düşenlerden olmayarak, o ilme tâbi olmazsın. Bu tür ilimde doğruluk yolu, durma ve teslîm arasında hareketi gerektiren ilhâm meselesinde olduğu gibidir. Değinilen bu hususlar ikinci yol (vech-i sânî) hakkındadır.”
“Kalbine gelen ilim, Hak mezheb’den i’tizâl (ayrılma) ile, bid’at (sonradan ortaya çıkan) ehline katılan bir şahsın dilinden gelirse, bu tür ilim reddolunmuştur. Bununla birlikte akıllı kişi bu tür ilmi de mutlaka inkâr etmeyip, her yönüyle kitâbullaha ve ahâdîse uygun olanı kabûl ve kitâbullahın ve ahâdisin reddettiğini reddeder.”
No Comments