“Molla Câmî’de Varlık” kitabından alıntılar

 

Dürretü’l-Fâhire ve Şerhlerinin Tercümeleri ile Varlık düşüncesine Dair incelemeleri kapsayan, Abdurrahman Acer ve Şamil Öçal’ın editörleri olduğu, Litera Yayıncılıktan çıkmış kitabın başlarında birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“Câmî’nin yukarıda zikredilen nasihatlerinde vurguladığı bir husus da ilim tahsilinin onunla amel etmek maksadıyla bir şey ifade ettiğidir.” (s.16)

“Mevlânâ Abdurrahman Câmî, kitap mütâlâasını bırakıp sûfiyye yoluna teveccüh etmeyince (etmediği sürece -a.a.-) mütâlâadan ve resmî ilimleri tahsilden güzel bir iş ve ilim erbâbı olmaktan yüce bir makam bulunduğu hakkında bende bir yakîn hiç olmamış idi.” (s.17) (Abdurrahim Kâşgarî, Reşahât’tan)

“Abdurrahman Câmî’nin, bunca ilmi ve şöhretine ve hattâ servetine rağmen oturması-kalkması, yemesi-içmesi ve kıyafetleri açısından sıradan ve sâde yaşamayı seven bir karaktere, konuşmadığı takdirde bir mecliste kesinlikle diğerlerinden ayırt edilemeyen bir tevazu ve mahviyete sâhip olduğu nakledilmiştir. (s.22)

“Ehl-i keşfe (sûfîler) göre nazar ehlinin (teoristler) sahip olduğu bilgiler ya vehimdir ya da vehim gücünün tasarrufuyla karışmış bir halde bulunur. Burhanî (delille ilgili) metod mensupları olan filozoflar ise ‘perdenin gerisinde bulunan’ bilgiye ulaşmaya çalışırlar. Oysa keşf ehli Hakk’ın ve hakikatin bilgisini doğrudan, vasıtasız olarak elde ederler ve hakikatleri ayan beyan müşahede etme gücüne sahiptirler. Keşf mertebesi ve makamına erişmeden, bir kimsenin sadece teorik bir güçle (nazarî güç) hakikatlere ulaşması mümkün değildir. Mesela teorik aklın, ölümden sonra dirilme, âhiret hâlleri gibi hakikatlere kendi başına erişmesi beklenemez. Çünkü akıl ile vuku bulan şey arasında ilmî formlar engel olarak bulunur. Eşyayı (‘şey’in çoğulu), görünümlerinden ve aklın algıladığı biçimden sıyırdığımız zaman onun hakikatinin çokluğun boyasıyla boyanmamış ve sadece vahdet (birlik) ile sıfatlanmış bir halde bulunduğuna şahitlik ederiz. Ancak Allah’ın ilmi ile bağ kurabilecek hale geldiğimizde gerçekte birlik olan bu hakikatlere ulaşmamız mümkün olur.” (s.34)

“Vücûdun (varlığın) nûruna ilk kez bakan tahkik ehli birinin şahidliğinde vahdet vardır. Gönül nûrun ve safiyetin marifetiyle görür ve gördüğü her şeyde önce Allah’ı görür. Tüm âlem O’nun nûrundan peydâ olmuştur; âlem O’nun zâhir olduğu (göründüğü, sûretler olarak zuhur ettiği) yerdir.” (s.35)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked