Âdemî Kelimede içkin “İlâhî Hikmet”in Beyânı
“Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimiz Allah katından desteklenmiş ve muhammedî temiz şerîat ile mukayyed (kayıdlı / itibarî) bulunduğu halde, peygamberî pâk iz üzere giderek edeb lisanıyla Allah katından teyid edilmiş olan ve başkalarını da teyid eden temiz muhammedî şerîat ile kayıdlı olup başkalarını da kayıdlayan kulların zümresinden olmaklığı Allahü zü’l-Celâl hazretlerinden recâ (niyâz) eder. Ve bu dünyevî var olmada (S.a.v.) efendimizin ümmetinden olup bilcümle hâllerde ona tâbi olduğu gibi, uhrevî berzahlar ve ilâhî mertebelerde o Hazret’in havâssı (özelliği) zümresinde mahşûr (haşr edilmiş) olmasını ümit ettiğini beyân buyurur.
O halde ahadî mertebeden muhammedî hakikat vâsıtasıyla, Mâlik Hakk’ın sırf kulu olan cenâb-ı Şeyh-i Ekber efendimizin pâk kalbine, bu Fusûsu’l-Hikem‘den en evvel ilkâ ve vahyolunan şey Âdemî Kelimede mündemic (içkin) “ilâhî hikmet”in beyânında olan fastır.
“İlâhî Hikmet”in Âdemî kelimeye tahsîs buyrulmasındaki sebep budur ki: ilâhiyyet bi’l-cümle Hak isimleri ve sıfatlarını câmi (toplayıcı) olan bir mertebenin ismidir. Ve Âdem, kemâlât (kemâller) âleminin anahtarıdır. Eğer Âdem olmasa idi, ulûhiyyet mertebesinin toplayıcı olduğu isimler ve sıfatlar kemâliyle görünür olmaz idi. Zîrâ “ilâhiyyet” “me’lûh” (ilâhı olan / kul) olmayınca görünür olmaz. Ve âlemde Âdem’den gayri olan zuhur-yerlerinin hiç birisinin belirmesi, bu cemiyetin zuhûruna uygun değildir. O mazharlarda (zuhur yerlerinde) ilâhiyyetten görünür olan şey, ancak onların özel Rabbi olan ismin rubûbiyyet ve ulûhiyyetinden ne kadar hissesi varsa, o kadardır. O halde âlem Rahman isminin mazharı olduğu ve âlemdeki zuhûrât (belirmeler / zuhurlar) tekâmül kuralına tâbi olup, kemâlât tedricî bulunduğu cihetle mahlûkâtın en kâmili ve mevcûdâtın en şereflisi olan Âdem en sonra geldi. Dolayısıyla Âdem, bu varlık türü sûretlerinin âhiri (en sonuncusu) ve hâtemi (mühürü) oldu. Ve onda mevcûdâtın tümünün sonuçları, özü ve özeti var oldu. Ve kemâl-i celâ (tecellî kemâli) ve isticlâ (Hakk’ın kendi zâtı için Âdem’in varlığı ile husûle gelmesi). Zirâ ilâhî isimlerin geneli bâtında (zâhirin zıddı) akletme mertebesinde iken, Âdem bu genel surete mazhar ve âyîne oldu. Beyt tercümesi: Mahbûb-i hakîkî kendi sûretini görünür kılmak murâd etti. Âdem’in su ve çamur meydanında çadır kurdu. Kendi cemâlini temâşâ için topraktan âyîne yaptı: kendi aksini gördü. Gayretten hepsini alt-üst etti.” İşte “ilâhî hikmet” in Âdemî Kelime’ye tahsîsindeki sebep budur.
“Fass” bir şeyin hulâsası ve zübdesi (özü) anlamına gelir. Ve hâtemin fassı hâtemi tezyîn eden(süsleyen) şeydir. (…)”
No Comments