Ahadî zâtın külliyât itibariyle mertebeleri

 

“Ahadî zâtın külliyât i’tibâriyle altı mertebesi vardır. Ve cüz’iyyât i’tibariyle mertebelerine nihayet yoktur:

Birincisi: “Lâ-taayyün”, “ıtlâk” ve “baht zâtı” mertebesidir. O mertebenin bu isimler ile tevsîmi (adlanması) taliplere merâm anlatımı içindir. Yoksa sırf zât bi’l-cümle sıfat ve nuût (sıfatlar) ve isim izâfesinden münezzeh oldugu gibi, ıtlâk (mutlaklık) kaydı ve belirme olumsuzlaması kavramından da mukaddestir. Ve bu mertebe Hak Sübhanehû ve Teâlâ hazretlerinin künhüdür (hakikatidir). Onun üstünde hiçbir mertebe yoktur, belki bi’l-cümle mertebeler onun altındadır. Ve zâtın bi’l-cümle nisbetleri ve şuunâtı (şe’nler / işler) ve onun mertebelerinin hepsi kendinde / kâmin (gizli) ve muhtefîdir (gizlenmiştir). Ve zât, zâtlığı yönünden âlemlerden ganî olduğundan tecellîden müstağnîdir. Onun tecellîsini gerektiren şey, zâtında gizli ve saklı olan nispetler ve işlerdir. Eğer kendisinde bu nisbetler ve şuûnât (işler, durumlar) olmasa idi, zât ebediyyen mütecellî olmaz idi. Ve bi’l-cümle nisbetler ve işler, zâtta müstehlek (yok olmuş) ve muzmahil (yıkılmış) olduğundan onlar bu mertebede baht zâtının aynıdır. Meşiyyet dahi diğer nispetler gibi onun bir nisbeti olduğundan Hak, ahadiyyet mertebesinde meşiyyetî (irade ile ilgili) değildir. Ve meşiyyet denilen nisbet ise zâtın ‘ayn’ıdır (hakikatidir). İkincisi: “Vâhidiyyet” mertebesidir. Bu mertebenin husûlü, sırf zâtta gizli ve yokolmuş olan bi’l-cümle nisbetlerin, yani sıfatların istidât diliyle zuhûr isteginde bulunmalarından ve zâtın dahi onları kendi mahbesleri (hapis yerleri) olan ahadiyet mertebesinden ıtlâk (salıverme) için tenfîs (nefes verme) etmesinden dolayıdır. İşte bu tenfîs ile o sıfatların sûretleri ilâhî ilimde sâbit olur. Bu tenfîs zâtın kendisinde, yine kendisine kendi zâtı ile vâki olan tecellîsinden ibarettir. Ve bu tecellîye “feyz-i akdes” derler. Ve ilim mertebesinde sâbit olan sıfatların sûretleri Hakk’ın zâtının bunlarla belirmesinden ibarettir. Ve bu mertebenin ismi “Allah”tır. “Vahidiyyet” tesmiyesi (ikiliği) bi’l-cümle isimlerin Allah küllî (tümel) ismi altında toplanmalarından dolayıdır. İlim mertebesinde belirmiş olan bu sûretlere “sâbit hakîkatler” derler; ve “ilâhî hakikatler” de tabir ederler. Zîrâ ilâhî sıfatların sûretleridir. Ve mümkinlerin hakikatleri ve istinâdgâhıdır. İşte bu mertebede zâtî irade dahi, diğer nisbetler gibi, zât mahbesinden ıtlâk olunduğundan (salıverildiğinden), sırf zât, irade nisbeti ile mütecellî olmakla, bi’l-cümle nisbetler sûretleri, bu irade nisbeti altında “ilahî ilm” mertebesinde belirmiş olurlar. Ve “meşiyyet” (irade), zâtın zuhur ve izhâra eğilim ve isteğinden ibârettir. (…) Ve sırf zât bu mertebenin bâtını, vahidiyyet mertebesi ise sırf zâtın zâhiri olur.

Üçüncüsü: “Ruhlar mertebesi”dir. Bu mertebe mutlak zâtın ilim mertebesinden bir derece daha kesifleşmesinden ibârettir.

Dördüncüsü: “misâl âlemi” mertebesidir. Bu mertebe de mutlak zâtın sûretler ve şekiller ile hariçte zuhurudur.

Beşincisi:”Şehâdet mertebesi”dir. Bu mertebe de mutlak zâtın tecezzî, inkısâm, hark ve iltiyâm kabûl eden cisimler suretleri ile hâriçte zuhûrudur. Onun için bu âleme “varlık ve fesâd âlemi” derler.

Altıncısı: câmi’-i hazret-i insan mertebesidir. Bu mertebe de yine mutlak zâtın en tam bir mazharda zuhurudur. Ve bu en tam mazhar da Âdem türüdür. Ve tasavvuf ehli his ve şehadet âlemi ile “hazret-i insan”ı toplayıp “nâsût” derler. (…) Ve insan, kâmil ve gayr-i kâmil olarak iki kısımdır. Her ikisi de bu mübârek ismin mazharıdır. (…) Ve her mertebe ve belirme ilâhî isimlerden bir ismin mazharıdır. Ve ilâhî isimlerin hepsi, cüz’iyyâtın (tikellerin) küllün (tümelin) altında indirâcı (içinde olması) gibi, zât ismi ve sıfatların tümünü kendisinde toplayan “Allah” küllî isminin altında içerilir.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked