“Ahlâksız Bir Siyaset Mümkün müdür?”
Teklif isimli 2 aylık düşünce dergisi‘nde (Ocak 2023 / sayı 7) Ömer Türker‘in bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden başlık altında çıkan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
” Toplumu yönetme sanatı olarak siyaset mahareti, bir toplumu Kur’an bilgi ve eylemler mecmuasının belirli bir amaca doğru sevk ve idare edilmesidir. Toplum, bir yönüyle birbirinden bağımsız bir yönüyle de birbiriyle sıkı bir şekilde ilişkili birimlerden oluşan bir bünye yahut eskilerin tabiriyle içtimaî heyettir. Birimlerin bağımsız yönleri, kendisine mahsus ve başkası tarafından ikâme edilemez işlevlerinde belirginleşirken, ilişkili yönleri ise hem her bir birime hem de içinde bulundukları bütüne birliğini veren yönetim faaliyetinde belirginleşir. (…) Siyaset sanatı, bütünü sevk ve idare etmekle parçaları bütüne bağlama ve böylece bütüne varlık kazandırma işini yapar. Bu sebeple siyaset kurumunun bir ikâmesi tasavvur edilemediği gibi iptali de tasavvur edilemez. Aslında bu temel anlamıyla siyaset, insana özgü bir var oluş hali değildir. Toplu halde yaşama kabiliyetine sahip tüm canlılarda hatta bireysel olarak yaşamakla birlikte birbiriyle irtibat kurma kabiliyetine sahip tüm canlılarda görülen bir durumdur. (…) İnsanın diğer canlılardan iki temel farkı vardır.
Birincisi, bizzat riyasetin cinsiyle alâkalıdır. İnsan, aklı nedeniyle herhangi bir hayvanın ulaşması düşünülemeyecek bir mekân ve topluluğu riyaset ve idaresi altına almakta, bu riyaset ve idareyi gerçekleştirme ve sürdürebilmeye elverişli araçlar geliştirmektedir. Bu farklılık, insanın aklı, arzuları ve ellerinin birleştiği noktadan fışkırır. Fakat dikkat edilirse bu, siyasetin ontolojisinde ortaya çıkan bir farklılık değil, kabiliyetlerinde ortaya çıkan bir farklılıktır. Yani meseleyi bu kadarla sınırlı düşündüğümüzde siyasetin bir varoluş halı olarak gerçekleşme tarzı, insanı şair canlılardan ayırmaz; insanı ayıran şey aklı, arzuları ve kudretinin zaman ve mekândaki sınırlarının hayvanlardan esaslı bir şekilde farklılaşmasıdır. İnsanın saldırma özelliğindeki farklılığı mekânı ve zamanı aşan planlar yapabilmesi ve herhangi bir hayvanın düşünmesi ve kullanması mümkün olmayan araçlar geliştirmesidir. Bu farklılığın daha ileri noktaya taşınması ikinci temel fark sayesinde gerçekleşir.
İkinci fark, aklın zaman ve mekân sınırlarını aşan bir idrak kabiliyetine sahip olmasıdır. Burada bilgi teorisinin duyarlılıkları bakımından aklın zaman ve mekân sınırlarını aşıp aşamayacağı, insanın aşma iddiasının haklı olup olmadığı tartışmasının herhangi bir önemi yoktur. (…) Davranışı değer yüklü hale getirmek, beslenme, üreme, saldırma, korunma gibi insan varlığını sürdürmeyi mümkün kılan davranışların iyi ve kötü yüklemlerine konu olması demektir. (…) Farklılık, harekete kaynaklık eden zihinsel anlamın ve eyleme iradesinin bir parçası olan iyilik ve kötülük değerlerinden kaynaklanır. (…) Bu bağlamda insan, sadece kendi davranışlarının fâili değildir, aynı zamanda kendi davranışlarını aşkın bir fâildir. İster umut ister yanılsama isterse hakikat olsun fizik ötesinden geldiğini kabul ettiği bir idrakle tüm davranışlarını anlamlı hale getirir. İşte bu özellik, insana yukarıda sözünü ettiğimiz içtimaî heyetin sevk ve idaresi için nihai bir gaye kavrayışı kazandırır. Siyaset sanatı da tam olarak bu nihai gaye kavrayışının tek tek insan fertleri tarafından gerçekleştirilen iradî davranışların tamamını anlamlandırma ve yönlendirme işlevinin, bu fertlerin oluşturduğu içtimaî heyetin yönetimine dönüştürülmesidir. Bu sebeple insanın ahlâkî bir varlık oluşu yahut ahlâkîlik vasfı, siyâsî varlık alanının esasında bulunur.
Ahlâkın siyasetin esasında oluşu veya temelini oluşturması, modern dönemde fazlasıyla örselendiği için bu meseleyi biraz daha açmakta yarar var. Öncelikle belirtmek gerekir ki ahlâk-siyaset ilişkisinin örselenmesi modern bir sorun değildir; klasik çağların da çeşitli dönem ve ve uygulamalarında görülür. Modernlerin farkı ahlâktan koparılmış bir siyaset teorisi inşa etme ve siyasetin doğasının da böyle olduğunu düşünme çabalarıdır. (…)
Herhangi bir alanı ahlâktan soyutlamak için ilgili alanın teorisini, ahlâkı temelden çekerek kurmak gerekir. (…) Fakat ahlâk, hareket anlamıyla davranışın bir parçası olarak değil, dakikleşmemiş bir ifadeyle ferdin zihnindeki anlamın bir parçası olarak bulunur. (…) Hareketin bütün olarak tahakkuku olduğu zihnî kavrayışın bir niteliği olarak bulunur. (…) Yani hareketin unsurları ve bütünlüğü ile zihindeki anlamın unsurları ve bütünlüğü arasında bir paralellik bulunur. (…) Bu bakımdan ahlâkî değerler, sadece toplum yönetimi anlamında siyasetin değil, insanî etkinliğin tüm alanlarında esası oluşturur. (…)”
No Comments