“Allah’ı -O’nunla değil- nefislerine göre birleyenler tevhide şirk katanlardır.”
Muhyiddin İbn Arabî‘nin FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE isimli eserinin (18 cilt olarak Ekrem Demirli tarafından Türkçe’ye çevirisi yapılmış ve LİTERA YAYINCILIK’tan 2011’de İstanbul’da yayınlanmıştır). 16. Cildinin başlarından yapacağım bazı alıntılamalar (bunlardan ilki o cildin 18. sayfasından yapılan bir alıntılama olup bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.
“Fıtratta tevhit bulunmayınca, muvahhit olduklarını iddia edenlerin çoğunda şirk bulunmuştur. Bu itibarla insanı tevhide ancak yükümlülük sevk edebilir. Allah onları yukümlü tutunca, çoğu insan yukümlü tutuldukları amelleri ve işleri yerine getirebilmelerini sağlayan bir nefs gücune sahip oldukları için yükümlü tutulduklarını zannetmiş, bu nedenle onlarda saf tevhit gerçekleşmemiştir. Halbuki Allah’ın onları yukümlü tutmasının nedeni, nefislerine nispet ettikleri fiiller hakkında (bu fiiller bizimdir şeklindeki) iddialarıdır. Allah ise teklifle birlikte -müşahede ehlinin yaptığı gibi- (fiilleri Allah’a izafe ederek) Allah sayesinde -yoksa nefisleriyle değil- fiilleri sahiplenmekten uzaklaşmalarını talep etmiştir.
Bu zikre devam eden zâkire zikir, iman esnâsında -çünkü Allah onların Allah’a iman ettiklerini bildirdi- (amelleri kendilerine izafe etmek şeklinde) şirke düşen kullar adına Allah katında mazeret bulabilme imkânı verir. Bu iman, ‘Bâtıla iman edip Allah’ı inkâr edenler (el-Ankebut, 29/52) âyetinde söylenenleri derinden düşünenler için büyük bir iyilik ve inâyettir. Onlar (şirke düşerken) varlığı olmayanı var saymış, var olanı kendi inançlarında ortadan kaldırmışlardır ki, o Allah’tır. Allah bu durumu setr, yani örtmek diye isimlendirdi. Kandisini örttükleri ölçüde Hakk’ın varlığı onlardan perdelenmiştir, çünkü O’nu tasavvur etmeden kendisini ‘örtmemişlerdir.’ Tasavvur ettikten sonra O’nu örtmüş ve kâfir (örten) olmuşlardır.
Hakk’ın bir özelliği tasavvur edildiği her yerde / durumda bir varlığının bulunmasıdır. Tasavvur eden tasavvurundan donse bile o varlık sürer. Yaratılmış öyle değildir: Onu tasavvur ettiğinde tasavvuruna bağlı varlığı ortaya çıkar; tasavvur ettiğin gibi olmadığı belli olunca, tasavvurun yok olmasıyla varlığı ortadan kalkar. Bu durum Allah ile yaratılmış arasındaki bir fark olduğu kadar aynı zamanda insanların çoğunun farkında olmadığı ince bir bilgidir. Bu nedenle âlemde şirk gerçekleşmiştir. Çünkü Allah bütün inançların sûretlerini kabul edici, hattâ bizzat o sûretlerin kendisidir. Böyle olmasaydı zaten ilah olmazdı. Allah’ın varlığını bildiren vahyi duyan insan, rivayeti duyduğunda tasavvur ettiği şekilde O’na iman eder. Demek ki insan tasavvur ettiğine iman etmiştir Allah ise her tasavvurda bulunurken o tasavvura aykırı bir tasavvurda da bulunur. O halde insanların çoğu Allah’a iman ederken şirk katarak iman etmişlerdir. (…) Bundan dolayı Allah âyet-i kerîmeyi insanların mazeretlerini ortaya koymak üzere zikretmiş ve tevhide değinmemiştir. Tevhide değinmiş olsaydı, iman varken şirk koştuklarını belirten cümlenin anlamı olmazdı. (…) O sadece varlığa imanı kastetmiştir. (…)
Bu zikri düstur edinip de şirk koşarken âlemdekilerin mazeretlerini bilmeyen insan, bu zikri yapanlardan değildir. Çünkü bu zikrin ehli söylediğimiz kişidir.
”Allah hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.” (el-Ahzab, 33/4)
No Comments