“Azabın Zorunluluk Menzilinin Muhammedî Mertebeden Bilinmesi”

 

Fütûhât-ı Mekkiyye’nin 11. Cildinin (Çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık 2009) Üç Yüz On Beşinci Bölüm’ünden alıntılar oluşturacak bu yazıyı.

“Hakikatlerimiz gerçekleşince bir olduk Fakat vuslata imkân yok yine de!

Hiçbir yönden bu makama ulaşılmaz İniş karşısında, istiva nedeniyle

Ona nasıl ulaşılsın ki? el-Celil’in övgüsü Halil’in karşısında nerede

(…)

Cem’ farkın kendisidir Peygamber böyle buyurdu hadisinde

Bilgi güneşleri kaybolunca Delil ile bilgiye ulaşan akıllar hayrete düşer

Gözler gaybı görseydi Onların doğuşu batışı kendisi olurdu”

Ey samimi dost, bilmelisin ki: Azabın ‘vücubu’ denilen şey, azabın azap edilen kimsede gerçekleşmesidir. (…) Düşmek, özü gereği yükseklik sahibi olmayandan ve yüksekliği hak etmemiş kimseden meydana gelebilir. Bu nitelikteki birisi yükseldiğinde, onu yüksekte tutacak bir hakikati yoktur ve bu nedenle düşer. “Burası âhiret hayatıdır, onu yeryüzünde yükseklik istemeyenlere veririz.” (El-Kasas, 28/83) Nefsî nitelikler, kendileriyle nitelenen için irade edilmemiştir. Başkası nedeniyle yükselen birisi yükselip de onun adına yüksekliğini koruyacak kimse yok ise, düşer ve öldürülür. O halde yüksek olan, mertebesini Allah’ın yücelttiği kimsedir. Allah “Onu yüce bir mertebeye yükselttik” (Meryem, 19/57) buyurdu. Yükseklik özü gereği yüksekliğin sahibi olan Allah’tan meydana geldiği için, menzilini yücelttiği herkesin yüksekliğini de Allah korumuştur. Kendi başına yücelen zorba ve kibirlileri ise, perişan etmiş, cezalandırmış ve şöyle buyurmuştur: “Akıbet takva sahiplerinindir.” (el-A’raf, 7/128) Başka bir ifadeyle, yüksekliğin sonu -ki yeryüzünde yükseklik isteyenlerin yükseldiği yerdir- takva sahiplerine aittir. Allah onlara dünya ve âhirette mertebe yüksekliği verir. Âhirete gelirsek, oradaki yükseklik zorunludur. Çünkü Allahın vaadi doğru ve sözü haktır. Ahiret hayatı mertebelerin ayrışması ve yaratıkların değer ve mertebelerinin Allah nezdinde belirlenme yeridir. Dolayısıyla kıyamet günü takva sahiplerinin yükselmesi zorunludur. Dünyaya gelirsek, insan takva ve zühdde dürüstlük makamına ulaştığında, zorba ve büyüklenenleri böyle bir zâhide saygı göstermeğe yönelten âmiller çoğalır. Çünkü söz konusu zâhid dünyadaki mertebelerinde o insanlarla didişmez. Bu durumda onların nefislerine yerleşen “takva sahiplerine saygı duygusu” büyüklenen insanları yüksek konumlarından indirir, takva ve zühd sahiplerine hizmet ederek onlara saygı gösterirler. Bu kez, sâyesinde başkalarından üstün oldukları bu yükseklik, takva sahibine geçer ve “yüksekliğin sonu takva sahibine ait olur.” Zorba ise, bunun farkına bile varmaz. Aksine takva sahibine tevazu gösterip ona tenezzül ettiği kendisine söylendiğinde, bundan haz alır. Böylelikle zorba, takva sahibinin daha aşağı mertebede olduğunu ve kendisine ‘indiğini’ zanneder. Halbuki zorbanın yüksekliği -farkında olmadan- takva sahibine geçmiş, zorla takva sahibinin yüksekliği altına girmiştir. (…) Dolayısıyla insanda yükseklik, kulluk makamına ulaşmak ve gerçekte kendisine ait olmayan bir özellikle nitelenmemektir. Âyet-i kerîmede Allah’ın hikmetine bakınız! “Su kaynadığında…” (el-Hakka, 69/11) yani yükseldiğinde demektir. (…) Böylelikle Allah’ın kurtulmasını irade ettiği bütün müminler o gemiye biner. Böylece gemi de içindekilerle birlikte suyun üzerinde yükselir ve su altında kalarak gemi için suyun kabarması (tehlikesi) ortadan kalkar, suyun içinde kırıklık meydana gelir. Bunun nedeni, Allah tarafından ve O’nun emriyle bile gerçekleşse, yüksekliğin suya izafe edilmiş olmasıdır. O, yüksekliği kendisine izafe etmiş olsaydı, yüksekliği korunur, üzerine bir gemi çıkmaz, hiçbir şey su üzerinde kalmazdı. (…) Öyleyse azabın azap çekene ‘düşmesi’, onun kendi yüksekliğinden düşmesi demektir. Yükseklik, azap eden Allah’a ait bir niteliktir. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked