“Bana izafe edilebilecek hiçbir bilgi yoktu. Bununla birlikte kendim bilginin hakikatinin ve bütün mertebelerinin aynası haline gelmiştim.”
Sadreddin Konevî‘nin (m.1210-1274) ‘İlâhî Nefhalar‘ olarak Prof.Dr. Ekrem Demirli tarafından dilimize çevrilmiş ve yayınlanmış (Kapı Yayınları, 1. Basım: Mayıs 2015) eserinden yapacağım alıntılamalar (başlığı da aynı kitaptan -s. 36- bir alıntı teşkil ediyor) bu yazıyı oluşturacak.
“Ezelî-ilahî bilgice bilinen her sûretin önce ‘harflik mertebesi’ vardır. Hak ‘yazı’ diye ifade edilen ilahi şe’nlerinden (tecellî, iş) birisinin gerektirdiği makul-manevî bir hareket ile onu zâtî varlık nûruyla var ettiğinde o suret, yani yaratılması istenilen şeyin sûreti ‘kelime’ diye isimlendirilir. (…) Allah kullarının ruhları hakkında şöyle der: ‘Temiz (tayyib) kelime O’na yükselir.’ Yani temiz ruhlar O’na çıkar. (…) Sonra şöyle demiştir: ‘Salih amel O’na çıkar.’ (Fâtır, 10).”
“Varlıklar Allah’ın kelimesidir ve ‘yaratma’ söz vasıtasıyla gerçekleşir. Söz (kelam) mertebe cihetinden ‘harf’ mertebesinin ardından gelir.” (baştan bu yana s. 26-27)
“Bilinmelidir ki kuşatıcı-şâmil bir bilgiden ve müşâhede kaynaklı tümel-kâmil zevkten sonra celâl ve cemâl mertebelerinin hükümlerini aşınca kemâl meşrebinden bana değerli- yüce bir müşahede gelmiştir. (…) Hak bu müşahedede bilginin hakikatine ve tafsili mertebelerine, eserlerine, gizli ve açık hükümlerine, yüce ve nisbî yakınlıklara beni muttali kıldı. (…) (s.29)
Orta mertebe insana mahsustur ve gayb ile şehadet arasındadır. (…)Şehadet mertebesi ile Orta mertebe arasında kayıdlı (mukayyed) misâl âlemi bulunur. (…) (s.29-30)
665 senesinin Şevval ayının 16. gecesinde Rahîmî tecelliler ve Rabbanî latif bir cezbe gerçekleşti. Hak bu cezbede (…) bir defada beni kâlb vechiyle kendisine yöneltmek için her şeyden arındırdı. Beni her bilginin kendisinden çıktığı tümel-zâtî bilginin mertebesine muttali kıldı. (…)” (s. 30)
“(…) Bilginin insanlarda nasıl ortaya çıktığı gösterildi bana! (…)
Bu istidat ile insanların geneline göre bana izafe edilen varlığı kabul etmiştim. (…) Hakk’ın zâtî bilgisinden olan payımı hakikatten olan payım ile gördüm. (s.31)
(…) Her şeyi ihata eden zikredilen beş ilahi mertebenin hükmünün gereğiyle her varlığın beş mertebesi olduğu gösterildi bana! Birinci mertebe varlığın ayn-ı sâbitesi cihetinden dikkate alınmasıdır. Ayn-ı sâbite, bir şeyin Hakk’ın zatî bilgisinde ezel ve ebedde tek bir vetirede (süreçte) bulunmasıdır. (…) Her şeyin bir ruhaniliği vardır. O ruhaniliğin saltanatı ve hükmü bazen görünürdür; bu kısımdakilere misal olarak melek, cin, insan ve hayvan vb. şeyleri verebiliriz. (…) (s.32)
(…) Bildiğim her şeyi, bildiğim tarzın dışında yeniden öğrendim. Bunun neticesinde kendim ve eşya (şeyler) hakkındaki bilgim yenilendi.” (s.35)
No Comments