Başarısız darbe girişimine entelektüel ve akademik düzeyde bir yaklaşım
M. Şükrü Hanioğlu’nun “Darbe ve toplum” başlıklı yazısından alıntılar:
Yazının özü anlamındaki cümle: “Darbeci söylemin toplumun tüm kesimleri tarafından reddi cuntacılık virüsünün bünyeden atılabilmesi için son derece önemli bir fırsat sunmuştur.”
” ‘Zengin’ darbe girişimleri tarihimize eklenen kanlı halkanın örgütleyicilerinin başarısızlığa uğraması Türkiye’nin çok daha kapsamlı acılar yaşamasının önüne geçmiştir.
TBMM’yi bombalayan, sivil vatandaşlara yaylım ateşi açtıran gözü dönmüş cuntacılığın iktidara el koyabildiği bir Türkiye’de neler olabileceğini tasavvur edebilmek için derinlikli bir muhayyileye ihtiyaç bulunmamaktadır.
Gençliğe Hitabe’den ortaokul ödevi düzeyinde seçilen kelimeler kullanılarak, “bekasını devam ettirmek” ifadesinin yansıttığı Türkçe bilgisi ile kaleme alınan “Yurtta Sulh Konseyi” bildirisi, cuntacı eylemin anlamlı bir düşünsel zemininin de olmadığını ortaya koymaktadır. Kapalı devre çalışan bir yapı mensuplarının başını çektiği “cuntacılık”ın silahlı kuvvetlerde güçlü kadrolaşma gerçekleştirebilmesi ise esef verici olduğu kadar düşündürücüdür.
(…) 1908 İhtilâli gibi yeni rejimde yaşanan 31 Mart Olayı (1909), Halâskâr Zabitan girişimi (1912), Bâb-ı Âlî Baskını (1913) benzeri gelişmeler de ordunun bir bölümünün, emir-komuta zinciri dışında gerçekleştirdiği darbe girişimleriydi. Bu eylemler, isyancı subaylar dışında bürokrat ve siyasetçi kadroların da katıldığı örgütsel yapılara dayanıyorlardı. Söz konusu girişimler, 1913’te yeni bir kalkışmanın işaret fişeği olarak katledilen Mahmud Şevket Paşa’nın önderlik ettiği “ordunun siyasete, hiyerarşisini bozmadan ve kurumsal düzeyde müdahale etmesi” yaklaşımının da sonu anlamına geliyordu.
Darbeciliğin bir Osmanlı “gelenek”i olduğu, Cumhuriyet ile tarihe karıştığı yolunda oluşan kanaatin ne denli hatalı olduğu, ordu içinde 1957 sonrasında yaygınlaşan cuntacılık faaliyeti ile ispatlanmıştır. (…)
Cuntacılık, son tahlilde, “eylemcilik”in yanı sıra “topluma, onun olağan yollarla çözmesinin mümkün olmadığına inanılan konuları hızla hallederek hizmet sunma” düşünsel arka planına dayanmaktadır. Bu nedenle darbeciler, sadece “aktivizm”i değil “toplumun fedâîleri” olma tasavvurunu de içselleştirmektedir.
(…) II. Abdülhamid dönemi girişimleri “meclisi yeniden açma” teziyle gerçekleştirilmişlerdi. Bu da toplumun genelinde olmasa bile entelektüel mehâfilde taraftar buluyordu. Halâskâr Zabitan eylemi, Bâb-ı Âlî baskını benzeri girişimler de toplumun bir bölümü tarafından “uçurumun kenarından kurtarılış” olarak görülmüşlerdi. 1960 darbesini tankların üzerinde kutlayan kalabalıklar olduğu unutulmamalıdır. Benzer yorumu 1980 darbesi ile sonrasındaki girişimler için de yapmak mümkündür.
(…)
Düşünsel boşluk, “demokrasi” karşıtlığı ve toplumsal zemin umursamazlığı açılarından Aydemir’in teşebbüsleri ile kıyaslanabilecek son kanlı girişim, “cuntacılığın” eyleme geçmesinin her zaman mümkün olabileceğini buna karşılık artık başarı şansının bulunmadığını ortaya koymuştur.
(…)
Toplumun, “sorunları kısa yoldan çözme” vaadinde bulunan darbeciliğe destek vermemesinin ötesinde ona bedel ödemeyi göze alarak karşı çıkması, cuntacılık virüsünün bünyemizden bir daha geri dönmemek üzere atılabilmesi yolunda son derece önemli bir kazanımdır.
Uğruna acı bir fatura ödenen bu fırsatın kısa vâdeli siyasal hesaplar uğruna heba edilmemesi zorunludur…”
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
No Comments