Üç gazete yazısından dikkatimi çeken satırlar…
“(…) Siyâsete ilkesel yaklaşımın Türkiye’deki karşılığı “değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olarak ilân edilmiş bir kadüklüğe sadakâtten ibâret kalıyor. İlkeler çoğu defa ideolojik saplantılarla örtüşüyor ve parti siyâsetlerine ayakbağı oluyor. Hayât, özellikle de siyâsal hayât ise bunu kaldırmıyor. Siyâsette akışkanlık ve yeni durumlara intibâk edebilmek, ilkelerin yumuşatılmasına; eğer hayât zorluyorsa, onları başkalarıyla ikâme etmeye dayanıyor. Bu da entelektüel bir emeği ve atâletin iç tatmin mekanizmalarını aşmayı gerektiriyor.” (Süleyman Seyfi Öğün)
(alıntının ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“(…) Şu da akılda kalsın: ABD ile İsrail aynı paranın yazı ile tura yüzü gibidir…
Gelişmelerin bu seyrinde ilginç olan husus şu: bütün bu gelişmelerde İsrail’in adı neredeyse hiç geçmiyor. Fakat acaba tüm bu gelişmeler onun ilgisi ve bilgisi dışında mı vuku buluyor?
Böyle düşünmek İsrail’i hafife almak olur. Bütün bu gidişatta onun inisiyatifi asla göz ardı edilmemeli… Bilakis İsrail faktörü dikkate alınmadan bu kör düğümün mahiyeti anlaşılmaz ve çözüm de imkân dışı kalır. Problem, menşeinde halledilmeli…
Hâlihazırda Türkiye’de ve tüm dünyada ağız birliği halinde sürdürülen Erdoğan aleyhtarlığının kökenini de gene aynı kaynakta aramak yanlış olmaz…
Ancak bunun böyle olması, gene de Türkiye’nin İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirmesine engel sayılmamalı… Tam tersine, İsrail ile diplomatik ilişkilerin olağan düzleme çekilmesi dış ilişkilerdeki bazı temel problemlerin aşılmasının yolunu açar.
Diplomatik ilişki kurmak rezervlerden vazgeçmek anlamını taşımaz. Dost olmak başka, diplomatik ilişki kurmak ve bu ilişkiyi suhuletle yürütmek daha başka… Bu ayrımlara dikkat isterim… ” (Rasim Özdenören)
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“Alman Stern Dergisi ve RTL televizyonunun yaptırdığı ankette Almanya’da yaşayan Türklere şu soruları sormuşlar:
(…)
Sonuçlar hiç de tek yönlü salvo yapan Alman medyasının beklediği gibi değil… Bunların sorularla bir miktar maniple edilmiş olmasına rağmen sanıldığı gibi bir felaket senaryosu da yok ortada…
Batılıları ve de müstemleke aydınlarını Türkler fena üzüyor.
Salı günü “Saptırmanın sosyal medyada mumu yatsıya kadar yanar” yanar başlığıyla bu köşede yazdığım yazıda Türkiye’de iletişim stratejilerini sosyal medya verilerine göre geliştirenleri hüsrana uğrayabilecekleri konusunda uyarmaya çalışmıştım. (…) Analistlerin hazırladığı raporda, Twitter’da geçirilen sürenin yüzde 10 azaldığı ifade ediliyormuş. Yeni kullanıcı oranında da artış görülmüyormuş. (…) Aynı haberde Twitter’ın hisselerinin bu yıl yüzde 25 değer kaybettiği ve bu durumun da reklam gelirlerini etkileyeceği belirtilmiş.
Twitter zaman içinde kaybettiklerini yerine koyabilir elbette. Ancak sosyal medyanın bizim ülkemizde Türk halkının ortak ruhi şekillenmesini yansıtmaktan çok uzakta olduğu gerçeği zaman içinde kolay kolay değişmez. Her zaman yeri geldiğinde altını çizerek vurgulamaya çalıştığım gibi -sadece Twitter değil- tüm sosyal medya kanallarında güven unsuru, sınırsız sorumsuz sosyopatlar nedeniyle hâlâ yerlerde sürünüyor. Bu nedenle iletişim stratejilerini bu verileri göz önünde bulundurarak hazırlayanlar bir iki kere değil, çok düşünmek durumundalar. (…)” (Ali Saydam)
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
No Comments