Bir dergi yazısından bir bölüm ve değerlendirme
“Dergâh” adlı edebiyat-sanat-kültür dergisinin 313./Mart 2016 sayısında çıkan, Alâattin Karaca’nın “Eve dönemeyen adam: Tahsin Yücel” başlıklı yazısının son bölümü şöyle:
“Başlangıçta Ceyhan ırmağının kıyısında, Ötegeçe Mahallesi’nde yoksulluğun, bahtsızlığın kuşattığı bir çocuktur Tahsin Yücel, sonra modern kentin ortasında nesnelerin, alıntı düşüncelerin, ‘yalanlar’ın kuşattığı bir taşralı aydın… Roman ve hikâyeleri, bu iki zıt dünya arasında gidip geldi, kahramanları bu iki dünyadan, bu iki dünya arasında sıkışıp kalmış… Dar bir dile hapsetti eserlerini, tarihsel derinliği olmayan, çağrışımı âhengi kıt bir dile… Ne aydınlık bir Anadolu, ne de ferah bir dünya vardır onun hikâye ve romanlarında, kahramanlarının çoğu huzursuz, kendi olamayan, garip tutkulara boyun eğmiş, sıra dışı ‘haricî’ insanlar.
Yazmanın başlıca sebeplerinden biri de, çocukluğun dilini yeniden bulma isteğiymiş. Yücel de eserlerinin derinliklerinde mırıldanarak bu dili aradı. Ama Kumru gibi modern kentin, modern, anamalcı ve seküler düşüncenin diliyle kuşatılmıştı, vakit çok geçti, yapay ve yabancı bir dil, çocukluğunun dilini kalın kabuklarla örtmüştü zaten. 1945’te ayrıldığı evine bir daha dönemedi. Çünkü kendisinin de bir söyleşide dediği gibi; ‘… ilk ev artık yok[tu].’ Yaz gecelerinde kerpiç evin damından seyredilen yıldızlara elveda!..”
Yazı, düşündürücü. Özellikle şu açıdan: Tahsin Yücel gibi nicelerinin benzer çocukluk evrelerini izleyen dönemlerinde yerli düşünce ve kültüre yabancılaşarak, başka dünyaların değerlerine yönelerek, temelinden koparılmaya çalışılan ve arı veya öz Türkçe denilerek yoksullaştırılan ‘yapay ve yabancı’ ve ‘dar’ bir dili benimseyerek, böylece bu yazıda ifade edildiği gibi, “modern kentin ortasında nesnelerin, alıntı düşüncelerin, ‘yalanlar’ın kuşattığı” kökeni taşralı bir aydınlar kuşağının oluşmasına yol açmış olmaları…
No Comments