“Bu gün küreselleşme adını verdiğimiz şey, birikmiş sermayeler arasında yürürlükte tutulan barış demektir.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel köşesinde “İslâmla Damgalanmış Varoluş” üst-başlığı altında çıkan “Almanya’nın Hindistan’ı” başlıklı ve 9 Şevval 1442 (21 Mayıs 2021) tarihli yazısının (http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=73&KatId=3) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı. Okuyan kişi sayısı az da olsa onlarla paylaşmaktır niyetim alıntıladığım kadarıyla önemsediğim ve etkilendiğim yazıları.
“(…) Bugün olduğu gibi birikmiş sermayenin hayat hakkını bir milletin, yani ABD’nin hayat hakkı imiş gibi algılamamız da mümkündür.
Bu yazının başlığını da ikinci paragrafından alıntıladığım bir cümlesi oluşturuyor söz konusu yazının. O cümleyi izleyen cümleyi de hemen alıntılamam gerek :
Bu barışın temellerini müstemlekecilik attı. (…) Ve son cümlesi ikinci paragrafın:
Müstemlekeciliğin Avrupalıların büyük keşifler dediği yolculukları takip ettiği bilinen gerçekler arasındadır.
Kayser Wilhelm II’nin Miladi 1898 İstanbul ziyaretinden dönerken ‘Artık bizim de bir Hindistan’ımız var’ dediği rivayet olunur. (…)
Müstemlekeciliğin Türkleri ilgilendiren kısmına dönelim: Söylenti doğru olsun olmasın bir devlet başkanının bir ülke hakkında henüz o ülkeyi işgal bile etmeden bu kabil sözler sarf etmesi tahammül hudutlarını fersah fersah aşıyor. Kimin tahammülünün hudutlarından bahsediyoruz? Daha doğrusu kimdir tahammül eden? Dünyada insan vücudunun (varlığının -a.a.-) bir yer işgal etmesi nasıl bir şeydir? Bu sualin çerçevesinde yaşamağı tahammül konusu edenin sanatçıdan başkası olmadığına parmak basmamız zarureti var. (…)
(…) Beni derin düşünmeğe hayat diye bildiğim şey mahkûm etti. Hayat birinin bize gösterdiği bir şey miydi, yoksa hayatı keşfetmek insanlaşmanın ön şartı mı idi? Bu sualin ikinci kısmının doğru ve yerinde olduğu hususuna beni aşağıda anlatacağım hikâye zorladı: Babam milâdî, yani İsa’nın doğumunu başlangıç kabul eden takvimin 1899. yılında doğmuş. O yıl hicrî 1315’e denk geliyor. Seferberlikte bütün on beşliler gibi babamı da askerlik çağı henüz gelmediği halde askere alacaklar. Ramize halam Forbes firmasının müdürüne çıkıp ailenin bütün erkeklerinin cephede olduğunu ve eğer bu da uzaklaşırsa ailenin zor durumda kalacağını belirtiyor. Müdür nereden temin ettiğini anlayamadığımız nüfuzunu kullanıp babamın mekkâreci olarak Söke civarında görev yapan bir nefer olmasını sağlıyor.
(…) Yani düşmanların dostluğuna sığınılan bir ülkede yaşıyormuşuz. Buradan hangi millete dair olursa olsun bütün resmi tarihlerin kurmaca olduğu görüşüne geçebiliriz. Geçelim veya geçmeyelim yapacağımızı birikmiş sermayenin iktidarını atlamadan yapalım. (…)
Netice şu: Derinlemesine düşünmediğim, şartların gereğini yerine getirdiğim takdirde ömrümü bir ahmak olarak yaşayacağım kafama dank etti.
(…) Menderes’in asılarak idam edilmesine engel olamayan şahsiyetin köle ticaretinin yolunu açma salahiyeti Avrupalı nazarında kıymet ifade ediverdi. (…) Gazeteler 70’li yıllarda Amerikan kapitalizmi ile kapitalist yatırımların Alman versiyonu arasındaki farktan söz etmeği marifet sayarlardı. (…) Parasını bankada yığmak yerine servetini gayri-menkul satın alarak koruyan Günter Grass’ın yayınladığı bir şiir sebebiyle basında başına açılan işlere tebessüm edip geçtik. Romancı da hadiseyi ‘…evet ama siz de bana Nobel ödülü verdiniz’ saçmalığıyla geçiştirdi.
Küfrün gayesi Türkleri hiç tarih sahnesine çıkmamış ve mümkünse oraya hiç uğramamış bir unsur şekline sokmaktı. (…) Osmanlı münevveri denilebilecek zümre günlerini 1571 İnebahtı hezimetinden itibaren sonu gelmiş bir hâkimiyetin mankenleri olmağa rıza göstermiş bir bunalımla geçiriyordu. (…)
Evirildik, çevrildik de nereye geldik? “
No Comments