Bu günün dikkate değer üç gazete yazısından…
“ Ben “gazeteci yazar” değilim, yazar’ım. Ben, gazetenin mutfağında güncel olayları izleyip konularımı oradan çıkarmıyorum. Ben, kendi gündemimi kendim belirleyerek yazıyorum. (…)
Aslında her defasında kendine bir kompozisyon ödevi verip o ödevi yerine getirmek zor. (…)
(…) İlk çağ filozoflarının ortaya koyduğu düşüncelerin nerdeyse tümünün spekülasyon olduğunu düşünüyorum.
Benim sıkı okurum beni elbette anlıyor. Ama bir tek yazıma bakarak gerek o yazı üzerine, gerek genel olarak şahsım hakkında balıklama sonuca atlamaya kalkışanlar beni üzüyor.
(…) Ben diyelim ki, demokrasiden bahsediyorsam veya laiklikten veya herhangi bir Batı menşeli kavramdan söz açıyorsam, durumu her halükarda iki farklı düzlemde ele almaya çaba gösteririm.
Örneğin demokrasi konusunda soruyu şöyle sorarım: 1. Türkiye demokrasinin neresinde? 2. Demokrasi İslam’ın neresinde? Bu sorulardan hangisinin bağlamı üzerinde konuştuğum/yazdığım dikkate alınmadan salt elindeki yazıya göre hareket eden için fikrimizin ne olduğu vazıh olarak anlaşılmayacaktır. Acele ederek fikrimiz hakkında kanaat sahibi olduğunu düşünenler, bizim demokrasiye karşıt olduğumuz yanılgısına düşebilir. Oysa biz, o konuyu mütalaa ederken demokrasinin yanında veya karşısında yer alarak fikir dermeyan etmekten kaçınırız. Bizim, azami söylediğimiz cümle şu olabilir: demokrasi ile İslam arasında bir temas noktası yoktur… Bu cümle kendi bağlamı içinde değerlendirilmelidir. (…)“ (Rasim Özdenören)
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“(…) İrfan, ilmin güvenlikli ve gösterişli alanından vazgeçebilmekle başlar… Varlığın ağırlığını hissedebilmek için bilginin ne kadar birikirse biriksin yine de hafif kaldığını anlamak gerekmez mi? Eski zaman alimlerinin kitaplarını Nil’e fırlatmasını veya ateşe atıp yakmasını coşkuyla anlatan akademisyenler tanıyorum. Gülünç olan şu ki, bu arkadaşlar kitaplarından teki kaybolsa, telaşa düşüyor ve bildiklerini terk ederek geçecek bir hayatı hayal bile edemiyorlar.
(…)
İşten eve, evden işe… İşten tatile, tatilden işe… İşten işsizliğe, işsizlikten işe… Sen yaşıyor musun? (“Bugünkü çağ senin ölüm meleğindir, çünkü sana geçim derdi vererek canını alıyor.”)“ (Haşmet Babaoğlu)
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
“(…) Yeni toplumsal sözleşmenin vesayetin yasal altyapısını ortadan kaldıracak ve onun “siyaset”i sınırlamasını önleyecek düzenlemeler getirmesi şüphesiz anlamlı olacaktır. Ancak bunun neticesinde siyasetin toplumda özerk alan bırakmaması, diğer yapılarla “millî hâkimiyet” yaklaşımının geçen asırdaki yorumu üzerinden hiyerarşik bir ilişki kurması ve “denetim dışı kalması” önemli sorunları beraberinde getirecektir.
(…)
Türban kararları ile “bireysel özgürlük savunucusu” değil “kısıtlayıcısı” olarak yorum yapan; parti kapatarak, cumhurbaşkanı seçimine müdahale ederek “siyaset alanını daraltma”ya çalışan yüksek yargı, hukukî denetimi araçsallaştırarak “vesayet”i yasal kılıfa büründürme işlevini üstlenmiştir.
(…) 1950 sonrasında kısa aralıklar ve darbe yönetimleri dışında siyaseti şekillendiren kalkınmacı muhafazakârlığın bu yaklaşımı “millî irade” yorumuyla tahkim etmesi sorunu daha da çetrefil hale getirmektedir.
Bu tarihî ve düşünsel arka planın yanı sıra “hukukî denetim”in “siyaset” tarafından hoş görülmeyen bir işlev olduğu ortadadır. ABD gibi, Fransız siyasetinde küçümseme ifadesi olan “hâkimler devleti (le gouvernement des juges)” etiketini övünçle sahiplenen bir toplumda dahi Supreme Court’un New Deal programlarını engellediğini düşünen Franklin Roosevelt’in mahkemeyi çok sayıda ilâve hâkim atayarak yeniden yapılandırma (Court packing plan) girişiminde bulunduğu hatırlanırsa bunun “siyaset-hukuk” ilişkisinin doğasında varolduğu görülecektir. (…)
Süreç içindeki olumsuz deneyimlerimiz, “siyaset-hukuk” ilişkisinin doğasında varolan çatışma ve “millî irade”nin örselenmesi kaygısı yeni toplumsal sözleşme hazırlanırken “hukukî denetim”in asgarîye indirildiği bir tasavvurun revaç bulmasına neden olmamalıdır.
(…)
Yüksek mahkeme “yorumları”nın tüm toplumsal kesimleri memnun etmesi mümkün değildir. Ama bu “yorumlar” yargı aktivizmi amacı ve “ideokratik ilkeleri muhafaza” kaygısıyla değil “bireysel özgürlükleri savunma” adına yapıldığı sürece demokratikleşmeye katkıda bulunacaklardır. (…)“
(M.Şükrü Hanioğlu)
(aıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
No Comments