“Bu işin doğrusu ne?” / “Bu ne kadar eski bir soru?”

 

Gökhan Özcan’ın “Boşluğu dolduran boşluk” başlıklı yazısının (Yeni Şafak, 10.10.2016) bir yerinden, sonraki öncekine bir karşılık gibi olan ve ilki bir kişiye aitken, ikincisi o kişinin de içinde bulunduğu koca bir kalabalığa ait olan iki soruyu aktardım.

Söz konusu yazıdan birkaç alıntının oluşturacağı bu yazıya o iki sorunun geçtiği iki cümleyi alıntılayarak başlayayım:
“Bu işin doğrusu ne?” diye sordu kalabalığın içinden biri. “Bu ne kadar eski bir soru?” diye kendi kendine mırıldandı bir süre o koca kalabalık.

Diğer alıntılar:

Ne buyurur Alvarlı Efe (ks) hazretleri, hele bir kulak verelim: “Hasislikden elin çek, sen cömerd ol kân-ı ihsan ol/ Konuşma câhil-i nâdân ile gel ehl-i irfân ol/ Hakîr ol âlem-i zâhirde, sen mânâda sultan ol/ Karıncanın dahi halin gözet, dehre Süleyman ol!”

Şimdi biz giderilemez bir hamlık ve azaltılamaz bir nâdanlıkla yeryüzünde aşık olacak birini arıyoruz. Oysa bulanlar, erenlerin söylediği gibi ‘aşk’ı arayanlardı.
“Aşk odu evvel düşer ma’şuka andan âşıka/ Şem’i gör kim yanmadan yandırmadı pervâneyi” buyurmuş Sunullah Gaybî (ks) hazretleri, dikkat isterim. Hadi hem anlamayıp hem de zahmetten kaçmaya meyyal olanlar için günün diline de çevireyim acizâne: “Aşk ateşi sevilenin gönlüne sevenden önce düşer/ Muma bir bak, kendi yanmadan yandırdı mı hiç pervaneyi?”
“İronik olan ne, biliyor musunuz? Eskilerin aşk için yanmaya koşana verdikleri ismi, biz sıcakta bizi serinletsin diye icat ettiğimiz zımbırtıya vermişiz! (…)”

“İki gözünü açıp da dünyaya bir kere nazar etmediği halde, güzelin ne olduğunu nice gözü açıktan iyi bilen insanlar da var.”
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked