“Çağdaş Küresel Medeniyet Anlamı/Gelişimi/Konumu
Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudî Medeniyeti
Merhûm Ş. Teoman Duralı’nın dergâh yayınları‘ndan çıkmış bu kitabının (Birinci Baskı: Kasım 2000) başlarından yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“(…) Ülkemizde fikir hareketlerinin cılızlığı, felsefî düşüncenin Batı aktarmacılığına dayandığı günümüzde, Teoman Duralı millî kimliğimizi ve düşünce dünyamızı yeniden inşa etme cehdi içindedir. Bu eserde Çağdaş Küresel Medeniyetin adlandırılması, anlamı, konumu, tarihi ve sistemik yönden tahlili yapılmakta, küreselleştirilen medeniyetin kaynakları incelenmektedir. (…) Küreselleşme humması ile karşı karşıya kaldığımız tehlikeli gidişten kurtulmak, sahip olduğumuz değerlere, Büyük Kitab’ın ve Büyük ‘Muallim‘in öğretisine sarılarak mümkün olacaktır.” (dergâh yayınları SUNUŞ’undan)
“İNGİLİZ-YAHUDÎ TERKÎBİNİN ANLAMI”
a) Tarihte ilk defa yeryüzünün dörtbir yanında hayatı etkileyip belirleyen bir medeniyet olayıyla karşı karşıyayız; hattâ, iç içeyiz, demek daha yerinde olur. Bu medeniyeti öz tabiatına uygun tarzda adlandırmamışlığımız, genelde, dünya çapında, öncelikle de Türkiye’de ona ilişkin açık bir fikrimizin oluşmamasına yol açmaktadır. Kâh Batı, kâh Avrupa… zaman zaman da çağdaş diyoruz. Bunlardan ‘Batı‘ yön belirtir; ‘Avrupa‘ coğrafyaya; ‘çağdaş‘ ise tarihe ilişkin sözlerdir. Halbuki bizim burada gereksediğimiz, medeniyete alem (belirteç) olacak deyimdir. b) Tarihin önde gelen medeniyetlerinin yer almış olduğu vasiî (geniş) mekân Avrasya anakarasıdır. Afrika ile Amerika’nın tersine, Asya ile Avrupa, coğrafî bakımdan birbirlerinden bağımsız kıtalarmış görünümünü sunmazlar. Birbirlerinden, sâdece, sînelerinde teşekkül etmiş ve tarihe damgasını basmış medeniyetlerden türemiş beşerî ilişkiler yumağı ile zihniyetlerin derin farklılıklarından ötürü ayrılmışlardır. (…) 1400’lerin sonlarından itibâren Hıristiyan medeniyetinden türeyen, 1600lerin ikinci yarısından sonra ona yeğinlikle karşı çıkarak biçimlenmeğe koyulan Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, kendi devâmı sayılabilecek birini de bilkuvve (potansiyel olarak) bağrında taşımaktaydı. Avrasya’nın doğu yakasındaki Doğu medeniyetleri pek uzun soluklu olmuşlardır. Batıdakilere gelince; bunlar Doğululara oranla daha kısa ömürlüdürler.
Tektanrılı Vahiy Dinî ile Felsefe-bilim sisteminin neşvünemâ bulduğu zemin olması itibariyle Batı medeniyetleri câmiası tarihte eşsiz benzersiz bir mevkii işgâl etmektedir. Bunlardan birincisini Sâmî kavimlere, ikincisiniyse Ârîlere borçluyuz. Tek tanrılı vahiy dinlerinin ilki Yahudîliktir; ana örneğiniyse İslâm teşkil eder. İslâm’ın temsil ettiği ve vücut verdiği ölçüde Tektanrılı Vahiy Dinî ile Eskiçağ Ege medeniyetinde biçimlenmiş Felsefe-bilim sistem geleneği, müteakip (izleyen) medeniyetler üzerinde çeşitli etkiler icrâ etmişlerdir. (…)
Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, Hıristiyan Ortaçağ medeniyetinin tabiî organik uzantısı, devâmı yahut türevi olarak değil, öncelik ve özellikle Ruhbân ile Ruhbân olmayan zümreler arasındaki yeğin çekişmenin sonucunda ona tepki şeklinde vücut bulmuştur. Elbette anılanlardan ikincisinden birincisine değerler intikal etmiştir. Ne var ki, Ortaçağ’dan Yeniçağa etki, daha ziyâde, olumsuz anlamda olmuştur. Fransa hâriç, Germen dillerini konuşan Yeniçağın Batı ile Orta Avrupası, Latin dillerini kullanan Ortaçağın Roman Güney Avrupasının din esaslı değerler manzûmesini alaşağı ederek (devirerek) ilkece, Tanrı çıkışlı dinî gündemdışı kılıp onun yerine, insan dimağının ürünü felsefî temeller üstünde kendisini inşa etmiştir.
İngiliz-Yahudî medeniyetine gelince; o, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin tabiî uzvî devamı olarak da görülebilir. Yeniçağda başgöstermiş olan ıslâhât, İnsancılık ile Aydınlanma Devrimcilikleri (Fr Revolutionisme), İngiliz-Yahudî medeniyeti çerçevesinde temellenerek kurumlasmışlardır. Başta dinî-siyâsî-toplumsal hereketler olarak temâyüz etmişken, İngiliz-Yahudî medeniyetinde iktisâdî-siyâsî kurumlaşmaların -felsefeden türetilmiş- ideolojik temelleri hâline gelmişlerdir. İşte, gerek Yeniçağ dindışı Batı Avrupa gerekse ondan türemiş ve çok daha keskince, belirgince biçimlenmiş olan Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetleri, insanın biçimselci düşünme-bilme yetisini esas almışlardır. Bütün öteki kültürler ile medeniyetlerin benimsemiş bulundukları Tanrıcı ve doğayıaşkın dayanak yerine, insancı-dünyacı payandayı gündeme sokmuşlardır. Yeniçağ dindışı Batı Avrupanın kurumlaşmış felsefesi, Rene Descartes’ın (1596-1650) çığır açıcı res extensa kavrayışını (Fr&İng conception) esas almak ve bu kavrayışın gereği olarak da, bilimin -aklî klasik mekaniğin- işleyişini örneksemek sûretiyle hayatın ve dünyanın tüm köşe bucağını izah etmeğe kalkmıştır. Buradan da Maddeci- Mekanistik dünyatasavvurunu üretmiş ve nihâyet adı geçen dünyatasavvurunun üstünde belirlenimi gevşek kalmış, demekki, sıkı sıkıya tanımlanmamış bir ideoloji olan insancılık-dünyacılığı inşâ etmiştir. İnsancılık-dünyacılığı, Secularisme-Positivismein diğer bir deyimlendirilişi şeklinde kullanıyoruz. (…)”
No Comments