Uncategorized Posts

Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm (Merhûm Hasan Basri Çantay’ın eserinden)alıntı-lar

 

1- “, Mîm . 2- (Hidâyet yolunu) apâşikâr gösteren (şu) kitaba (Kur’âna) andederim ki, 3- Hakîkat biz onu, (Onun manâlarını) anlayasınız diye, Arabca bir Kur’an yaptık. 4- Şüphesiz o (Kur’an), nezdimizdeki ana kitabda (sâbit), çok yüce, çok kıymetli (bir kitab)dır. 5- Siz haddi aşan bir kavimsinizdir diye artık o Kur’ânı sizden ( uzaklaştırıp, inzâlinden) vazgeçip bırakı verelim mi? 6- Halbuki biz evvelki ( ümmet)ler içinde de nice peygamber (ler) gönderdik. 7- Onlar da, kendilerine bir peygamber gelmeye dursun, ille onunla istihzâ ederlerdi. (dipnot: Bu, Resûl-i muhterem sallelâhü aleyhi ve sellemi tesellî etmedir ‘Beyzâvî, Medârik’. 8- Onun için biz kuvvetce bunlardan (Haddi aşan senin kavminden) daha çetinlerini helâk ettik. O evvelki (ümmet) lerin misâl (ler) i (nice âyetlerimizde) geçmiştir. 9- Andolsun ki eğer onlara (dipnot: müşriklere) “Gokleri, yeri kim yarattı?” (diye) sorarsan elbette “Onları O mutlak gâlib, O (her şeyi) hakkıyle bilen (Allah) yaratdı” derler. 10- (O Allah ki) yeri sizin için bir beşik (Karargâh) yapmış, onda, doğru gidesiniz diye yollar açmıştır. 11- (O Allah ki) gökten bir ölçü ile su indirmiştir. İşte biz onunla ölü bir memlekete (toprağa) can verdik. Siz de böylece (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız. 12- (O Allah ki) bütün (mahlukları) sınıf sınıf yaratmış, sizin için gemilerden, hayvanlardan bineceğiniz şeyleri meydana getirmiştir.

13,14- Tâki sırtlarında karâr kılasınız, sonra üzerlerine yerleşince (kalblerinizle) Rabbinizin nimetini iyice düşünesiniz ve (dilinizle de) “Bunları bize râmeden Allah’ın şânı ne yücedir, münezzehdir O. Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz herhalde, ancak Rabbimize dönüp gidicileriz”. diyesiniz. 15- (Böyle iken) kullarından kimi Ona bir cüz’ isnâd ettiler (‘Melekler Allah’ın kızlarıdır dediler. Çünkü evlâd babanın bir cüz’üdür “Beyzâvî, Celâleyn, Medârik”. Hakîkat, insan açıkca küfürbazdır! 16- Yoksa O, yaratmakda olduklarının içinden (kendisine) kızlar edindi de oğlanları size mi ayırıp seçti?! 17- Onlardan birine O çok esirgeyici (Allâha) isnâd ettiği bir benzerle (dipnot: kız çocuğu dünyâya geldiği haberiyle “Beyzâvî, Celâleyn, Medârik” müjde verildiğinde o, gamla dolu ve ebkem (dilsiz) bir hâlde yüzü kapkara kesiliyor. 18- (Onlar) süs içinde yetiştirilmekde olup da kendisi mücâdele (huccetini) açıklamayan kişiyi mi (kızları mı? “Beyzavî, Celâleyn” (Allah’a nisbet ediyorlar)? (dipnot: Buna göre kadınlık mücadelede (erkeklere nisbeten) daha zaifdir “Beyzavî, Medârik”. 19- Onlar, O çok esirgeyici (Allah) ın bizzat kulları olan melekleri de dişiler yaptılar ! Onların yaratılışlarında hazır mı idiler?! Onların ( bu yalan) şâhidlikleri yazılacak (dipnot: Meleklerin dişi olduğuna dair iddia ve şahadetleri (Beyzâvî, Celâleyn, Medârik), onlar sorguya çekileceklerdir. (19)

Dediler ki: “Eğer o çok esirgeyici (Allah) dileseydi biz bunlara tapmazdık.” Onların buna dair hiçbir bilgisi yoktur. Onlar yalandan başka bir şey söylemiyorlar (dipnot: Dolayısıyla bu yüzden uhdelerine cezâ terettüb etmektedir. “Celâleyn”.) (20)

Yoksa biz kendilerine bu (Kur’ân) dan evvel (iddialarına yer veren) bir kitab verdik de şimdi onlar buna mı tutunuculardır? (21)

Bilakis (şöyle) dediler: “Gerçek biz atalarımızı bir ümmet (bir din) “Beyzâvî, Medârik” üzerinde bulduk. Biz de hakîkaten onların izleri üstünden doğruya erdirilmişleriz”

“Senden evvel her hangi bir memlekete fenâ âkıbetleri haber verici hiçbir peygamber göndermedik ki ille oranın refâh erbâbı da böylece “Gerçek biz atalarımızı bir ümmet (bir din) üzerinde bulduk. Biz de hakîkaten onların izlerine uymuşlarız” demiş(ler) dir. (dipnot: Bu, hem Resûlullah s.a. ve sellemi tesliye (tesellî etme), hem bu gibi yerlerde taklidciliğin eski bir sapıklık ve eski bir derd olduğunu ifade etmektedir. “Beyzavî, Medârik”


“Bazen Telef Halefte olabilir”

 

Fütûhât-ı Mekkiyye 18. Cild, s.164-165de bu başlık altındaki birkaç yerden alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Şöyle demiştir: Kendisine emanet verilip onun hakkında Allah’a karşı sözünü bozanın perdeleri artar. Öyle birinin güçlükleri de artar. Allah ona bir şey vermiş, verdiğini de korumayı emretmiştir. Allah’tan sakınmak bu davranışta tezahür eder. Özellikle yükümlülük yurdunda böyledir. Onu böyle sınırladık; çünkü Allah Hz. Süleyman’a “Bu sana olan vergimizdir, ister ihsan et ve ister tut, hesap yoktur ” demiştir. (dipnot: Sa’d 38/39) Gerçi Allah bu nimeti ona Hz. Süleyman’ın duasıyla ihsan etmişti: “Bana benden sonra kimseye yaraşmayan bir mülk ver.” (dipnot: Sa’d 38/35) Onun istediği bütündür. Bu itibarla ciddiyet sahiplerinin hapsedilmiş oldukları söylenir; bunun nedeni asıllarının dışına -ki asılları fakirliktir- çıkmış olmalarıdır. Allah ise kendilerini zillet ve yoksulluktan başka bir şeyle övmemiştir. (…) Onlar asılla, yani fakirlikleriyle kalmamışlar, mallarına zekâtı emrettiğinde şöyle demişlerdir: “Bu zekât cizyenin kardeşidir. Allah bize ihsanından verseydi, sadaka verir, iyi kişilerden olurduk.” Onlar söylediğimiz sözü söylemişler, “Kıyamet gününe kadar kalplerinde nifak bulunmuştur.” (et-Tevbe 9/77) Oysa Hakk’ın onlara verdiği halde sabit olup fazlayı talep etmeselerdi, onların üzerinde her şeye yaratılışlarını verirken onlara da verdiği yaratılışlarını korumaktan başka bir şey vermezdi. Aynı zamanda Allah her şeyin yaratılışını onun adına korur. Muhtaçlıktan sakınmalısın! Zenginler sahip olduklarına muhtaç olduklarından Allah’tan başkasıyla perdelenmişlerdir. Onlar ellerindekinden fazlasını istemiş, tatmin olmamışladı. (…) Şöyle demiştir: “Vakit sahibi vaktine gereği üzere muamele edip hakkını ödediğinde, vakti hakkında cezalandırılmaktan korunur. İçinde bulunduğu vakit ve halde himmetini vaktinin dışında kalan işlere verdiğinde, mevcudu bırakıp madumla meşgul olduğu için, vakti hakkında cezalandırılır. Edep hazır olana karşı olabilir. Öyle ki, gaib olana, ortada bulunmayana edep gösterilirken, hazır olmayışı bakımından edep gösterilmemiştir; böyle bir durumda edep, zikredilen adı karşısında yapılmıştır. Gaib olan biri zikredildiğinde, hiç kuşkusuz, onun yâdı isminin lafzında hazırdır. Demek ki edep ancak hazır olan karşısında yerine getirilebilir. Çünkü zikredilen, kendisini zikredenle beraber oturur. Vaktinin dışında kalan bir şeyle nefsini meşgul etme ki, vaktin cezalandırdığı birisi olma! Vakit bir insanı cezalandırırsa, o ceza Allah’ın verdiği cezadır; bundan sakınmalısın! Bunlardan birisi de şu bahistir:

Kendisinden sonra sıkıntı olmayan rahatlık yok / Onu böyle bilen kişi rahatlar / Allah bize böyle haber verdi / Eziyetin takip ettiği rahatlık dedi Şöyle demiştir: “Nefsin mutlu olacağı bir işle rahatlamak Allah’ın sevmeyeceğl bir rahatlamaktır. Bunu bilmelisin! Allah şöyle der: “Allah çok sevinenleri sevmez.” (el-Kasas, 28/76) Buradan belirli bir sevinme tarzını kastettiğini anladık. O sevinme rahatlığa dönüşür; sonra kişi sevindiği ölçüde hüzne ve üzüntüye duçar olur. Sevinci büyük ise hüznü de büyüktür. Allah kullarına O’nun ihsanı ve rahmetiyle sevinmelerini emretmiştir; yoksa toplanılan malla sevinmek doğru değildir. (…) Allah ihsana da yaratılışını vermiş, onun zuhuru sende ortaya çıkmıştır. Sen de seni ihsan ve rahmetinin mahalli yaptığı için Allah’a hamd etmelisin! Sonra sevinmeyi emrettiği için sevinmeli, sevinçte zorunlu olan Hakkın meyvesini devşirmelisin.”

Bunlardan birisi de şu bahistir :                   Hak beni hasta eder yüz çevirince Kimdir beni böyle hasta etmiş keşke bilseydim              Belki bana gelir bir şekilde Onun gelişi bana rıza verir ” (Fütûhât – ı Mekkiyye 18 Muhyiddin İbn Arabî Çeviri: Ekrem Demirli Litera Yayıncılık



Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın Kur’an Meâli’nden bazı âyetlerin anlamları

 

BEYAN Yayınları’ndan çıkmış olan ve Kasım 2000’de İstanbul’da yayınlanmış bu eseri Yrd. Doç. Dr. Abdülaziz Hatip ve Mahmut Kanık çevirmişler, Ahmet Baydar Editörlüğü, N. Ahmet Özalp Dil ve Yazım’ı üstlenmiştir.

Le Saint Coran’ın Aziz Kur’an’a dönüştürülmesine katkıda bulunanların, en çok bu konudan söz etmekte çekingen davranacakları açıktır. Bununla birlikte, okuru bilgilendirmenin kendileri için kaçınılmaz bir görev olduğunun da bilincindedirler.

“Bu çeviri üç yılı aşan bir çalışmanın ürünüdür. (…)

Fâtiha

Rahmân, Rahîm Allah adına 1. Övgü Allah’a: Âlemlerin Rabbi, 2. Çok merhametli, hep merhametli, 3. Karşılık gününün sahibi. 4. Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. 5. Bizi doğru yola ilet, 6. kendilerine iyilik verdiklerinin yoluna, 7. hışmına uğrayanların ve sapanlarınkine değil.

Bakara Rahmân, Rahîm, Allah adına. 1. Elif Lâm Mîm. 2. Bu kitap, aslâ kuşku yok, bir yol göstermedir, takvâlılara, 3. ki onlar, görülemeyene inanırlar ve namazı kılarlar ve kendilerine verdiklerimizden bağışlarlar, 4. ve sana indirilene ve senden önce indirilene ve öteki dünyaya kesin inanırlar. 5. Onlar, Rab’lerinin doğru yolu üzerindedirler; ve kazananlar da onlardır. 6. Evet, o inkârcıları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir; inanmayacaklar. 7. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürledi. Ve gözleri üzerinde bir perde; ve onlar için büyük bir ceza vardır. 8. Bir takım insanlar vardır ki, “Allah’a ve Son Gün’e inanıyoruz!” derler. Oysa inanmış değildirler. (dipnot: Bkz. 4/Nisâ, 150). 9. Allah’ı ve inananları aldatmağa çalışırlar; oysa, kendilerinden başkasını aldatamazlar, ve bunun bilincinde değildirler. 10. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemeleri nedeniyle onlara can yakıcı bir ceza vardır!


Üzeyrî Kelime’de içkin olan “Kaderî Hikmet” hakkında bilgi

 

Bil ki, ‘kazâ’ Allah’ın eşyâda (şeylerde) hükmüdür. Ve Allah’ın eşyâda hükmü, Allah’ın eşyâya ve eşyâda olan ilminin tanımı üzeredir. Ve Allah’ın şeylerde olan ilmi de, bilinenler nefislerinde ne hâl üzere sâbit idiyseler, o bilinenlerin Hakk’a verdikleri şeyin tanımı üzeredir (1).

Ve ‘kader‘, şeylerin ‘ayn’ında (hakikatinde) ve nefsinde sâbit olduğu şey üzerine, hükmün fazlalık olmaksızın tevkîtidir (vakitlendirilmesidir) (2).

Yani ‘kader’, ilâhî ilimde şeylerin ‘ayn’ı gereğince verdiği hükmü ve hâlleri, belirli vakitte ve mukadder zamanda icrâ edip ızhâr eylemektir. Bundan dolayı kader bilinen hakikatlerden her birisinin hükümleri ve hâllerini belirli sebep ile belirli vakitte tayin eder; ve o hükümler ve hâller o vakitten aslâ ileri, geri gitmez. Bu sûretle kader, kazânın ayrıntısı olur. Ve ‘kazâ’, ilâhî ilim-ezelî zâtda bilinen şeyler üzerine ne şey hükmetmiş ise, / kader o şeyi fazla ve noksan olmayarak zamanlarına göre takdîr eder. Şu halde ilâhî kazâ şeyler üzerine ancak şeyler ile hükm etti. (3)

Yani şeyler ilâhî ilimde sâbitliği hâlinde kendi nefislerinde “ayn”larının hâllerinden ne şey üzere sâbit olmuşlarsa, ilâhî kazâ da o şeyler üzerine onların aynlarının verdiği hâller ve hükümler ile hükmeder. Dolayısıyla Hak Teâlâ hiçbir ferd üzerine, hariçten bir şey ile hükmetmez. Ancak o ferdlerin her birisi, zâtî istidâdı hasebiyle Hakk’a bir hüküm verir. Ve Hakk’ın üzerine o hüküm ile kendi üzerine hükmetmesini, Hakk’ın üzerine hükm eyler.

Ve bu kader sırrı hakikatidir. Buna ulaşma, müşâhid olduğu halde,kalbi olan ve dinleyen kimseye özgüdür. (4).

Yani “kazâ”nın şeyler üzerine, yine şeyler ile hükmetmesi keyfiyeti, halâyık üzerine hâkim olan kader sırrı hakikatidir; ve bunu öğrenme, ancak mazharlarda Hakk’ın nurlarını müşahede edici olduğu halde, hissî ve aklî mazharlarda Hak ile değişen kalbe mâlik bulunan ve îman nûruyla işiten kimseye mahsûstur. Bu vasıfları hâiz olmayan, kader sırrına muttali olamaz.

İmdi hüccet-i bâliğa Allah için sâbittir. (5).

Ceza gününde bu hüccet-i bâliğanın sübût sûreti, âtideki suâl ve cevaptan anlaşılır. Cenâb-ı Zü’l- Celâl hazretleri: Ey kâfir, âsî ve câhil kullarım! Ameliniz hasebiyle sizin hakkınızda düzenlediğim cezâyı çekiniz!

Ehl-i ikâb: Yâ Rab! Küfrü, isyânı ve cehli, ezelde sen bizim üzerimize takdir ettin. Senin takdirin ile bizden sâdır olan amellerden dolayı şimdi bizi muâheze etmen ve tâkatımızın dışında olan şeyi bizden taleb etmen hakkımızda zulüm olmaz mı?

Cenâb-ı İzzet: Benim kazâ ve takdîrim ilmime tâbidir; ve ilmim de bilinen isti’dâd-ı ma’lûmunuza tâbidir. Dolayısıyla siz ezelde bana dediniz ki: “Bizim mahsûs isti’dâdımız budur; biz senden bu istidâdımıza göre hükm isteriz.”Ben de öylece hükmettim ve zâtınızda saklı olan şey üzerine varlık ifâza edip, o şeyi îcâd ve ızhâr eyledim. Bundan dolayı sizden sâdır olan küfür, isyân ve cehil, ancak sizin zâtınızda potansiyel olarak var olan şeydir. Ben yalnız varlık ifâza edip, onları îcâd ve ızhâr ettim. Şu hâlde ben size zulmetmedim. Siz ancak kendi nefsinize zulmettiniz. Ve sizin talebinizin dışında size birşey vermedim. (…) ( Fusûsu’l Hikem Tercüme Ve Şerhi-III / XIV “Kelime-i Üzeyriyye’de Mündemic olan”Hikmet-i Kaderiyye” Beyânındadır” başlıklı, s. 81-82-83′ den alıntılar)

Cumhurbaşkanı Kim olur ?

 

CHP’de, konuşurken her tarafı hareket hâlinde olan biri Özgür Özel. Cumhurbaşkanı olmak ister elbette, ama olabilir mi? Peki İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı olmasını ister mi? İster görünüyor ama gerçekten ister mi? Bir de Yavaş var, ona sanıyorum en az şans tanınıyor. Hâlen Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan’ ın seçilme şansı da elbette yüksek. Aday olması da yüksek bir ihtimal, seçilmesi de.

“Devleti yönetmek CHP’yi yönetmekten çok daha kolaydır” sözü de var ortada. Kime ait bu söz, bilmiyorum ama duyuyorum.

İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olabilme şansına da sahip değil gibi belge eksikliği yüzünden. Hâlen hapiste olması da dezavantajı. Özgür Özel aday olmasını ister görünüyor ama bunda samimi mi? Sanmıyorum. Hapisteki birisine moral veriyor olsa gerek.

Velhâsıl Cumhurbaşkanı kim olur sorusu ortada ama Tayyip Erdoğan’ın seçilme şansı yüksek görünüyor.

Bir CHP’linin (Özgür Özel, İmamoğlu) Cumhurbaşkanı seçilmesi zayıf bir ihtimal gibi geliyor bana. O ikisi paslaşıyorlar gibi görünseler de. İmamoğlu’nun aday olabilmesi, gerekli belgelerin eksikliği yüzünden de gerçekleşmeyebilir. Hapis durumu da olumsuz bir etken gibi görünüyor. Tersine mağdur görenler ve bu yüzden seçilmesini isteyenler de olabilir elbette.

Hayırlısı olsun.