“İslâm Medeniyeti tarihi” çalışmak
Prof. Dr. İlhan Kutluer‘in İZ Yayıncılık’tan çıkmış 1000. eser olan Felsefî Gök Kubbemiz kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
” Yeniden keşif terimiyle asıl ifade etmek istediğimiz klasik eserlerin bilimsel keşfine dayalı, kriz çözücü ve inşa edici tefekkürdür. Bu çerçevedeki akledişlerimiz artık metinler ve fikirler arasındaki tarihsel sebeplilik zincirini, hayatın içinde yaşadığımız problemler ışığında anlamlandırmak üzere bütüncül bir bakışın konusu yapmaktır. Yeniden keşif bizden bilim insanı olduğumuz kadar, belki ondan ziyade mütefekkir olmamızı ister. Bildiklerimiz, öğrendiklerimiz, açıkladıklarımız yanı sıra anladıklarımız, yorumlayıp anlam verdiklerimiz ve kritik ederek yeniden ürettiklerimizde kendisini gösterir.”
“Yeniden keşif, keşfedilenin yeniden üretilmesi, değerlendirilmesi, anlamlandirilmasıdır çünkü. İslâm düşüncesi tarihi alanında doğru bilgiyi üretmek ilmî anlamda keşif iken, bu bilginin tarihsel ve güncel bağlamda taşıdığı anlam yeniden keşfe konu olandır. Açıkçası yeniden keşif bir hermeneutik tefekkür sürecidir. Tefekkür geleneğimizin klasiklerine ilişkin kapsamlı bır hermeneutik teoriden henüz yoksunuz, çünkü bu azim bir iştir. Bununla birlikte kelâm, felsefe ve tasavvuf geleneklerini hem farkları hem de ilişkisi içinde değerlendiren ve yeniden keşif yönelimli düşünce tarihleri de yazılmaktadır. Bunlar içinde Muhammed İkbal, Rızâ Tevfîk, Hilmi Ziya Ülken, Fazlur Rahman, Seyyid Hüseyin Nasr, Nasr Hâmid Ebû Zeyd, Âbid el-Câbirî gibi müellifler sayılabilir. Sözgelişi Câbirî’nin beyan, burhan, irfan kavramları üzerinden geleneğe değer ve anlam yükleyen önemli projesi göz önünde bulundurulduğunda bu müellifin entelektüel tarih ile ilgisinin esâsen İslâm dünyasının içinde bulunduğu entelektüel sorunların çözümüyle ilgili olduğu ve bu sebeple son derece güncel bir meseleden hareket ettiği hemen anlaşılabilir. Kendisi hem tarihsel oluşumlar, hem kararlı yapılar hem de bu süreklilik arz eden gelenekler üzerinde belli çerçevede yorumlara gitmiş, böylece İslâm dünyasının içinde bulunduğu düşünce sorunlarının kökenine ineceğini varsaymıştır. Dolayısıyla tefekkür geleneğinin klasiklerini anlamak, yorumlamak ve eleştirmek rahmetli müellif Câbirî için güncel sorunların çözümüyle ilgili idi ve dolayısıyla Müslümanların geleceğini de ilgilendiriyordu. (…) Bu hususta bazı şeyleri fark etmek için hiç değilse Batı akademyasının kendi gelenek ve klasikleriyle kurduğu canlı ilişkiye dikkat kesilmemiz bile fikir verici olacaktır. Benim gelenek karşısındaki kişisel tutumum, geldiğim fikrî aşamada rekonstrüktiftir (yapıcıdır; yeniden oluşum mantığını esas alır). Geleneksel olan yeniden keşfedilecekse modernler olarak bizler kibirli davranmayıp geleneğin bize öğretmesine izin vermeliyiz. Açıkçası yeniden keşif bir hermeneutik tefekkür sürecidir. Tefekkür geleneğimizin klasiklerine ilişkin kapsamlı bir hermeneutik teoriden henüz yoksunuz; çünkü bu azim bir iştir. Bununla birlikte kelâm, felsefe ve tasavvuf geleneklerini hem farkları hem de ilişkisi içinde değerlendiren ve yeniden keşif yönelimli düşünce tarihleri de yazılmaktadır. Bunlar dâhilinde Muhammed İkbal, Rızâ Tevfîk, Hilmi Ziya Ülken, Fazlur Rahman, Seyyid Hüseyin Nasr, Nasr Hâmid Ebû Zeyd, Âbid el-Câbirî gibi müellifler sayılabilir. Söz gelişi Câbirî’nin beyan, burhan, irfan kavramları üzerinden geleneğe değer ve anlam yükleyen önemli projesi göz önünde bulundurulduğunda bu müellifin entelektüel tarih ile ilgisinin esâsen İslâm dünyasının içinde bulunduğu entelektüel sorunların çözümüyle ilgili olduğu ve bu sebeple son derece güncel bir meseleden hareket ettiği hemen anlaşılabilir. Kendisi hem tarihsel oluşumlar, hem kararlı yapılar hem de bu süreklilik arz eden gelenekler üzerinde belli çerçevede yorumlara gitmiş, böylece İslâm dünyasının içinde bulunduğu düşünce sorunlarının kökenine ineceğini varsaymıştır. Dolayısıyla tefekkür geleneğinin klasiklerini anlamak, yorumlamak ve eleştirmek rahmetli müellif Câbirî için güncel sorunların çözümüyle ilgili idi ve dolayısıyla Müslümanların geleceğini de ilgilendiriyordu. (…) Benim gelenek karşısındaki kişisel tutumum, geldiğim fikrî aşamada rekonstrüktiftir, yeniden teşekkül mantığını esas alır. (…) Geleneğe hayat veren ilkeleri ihya, geleneğin tecrübî yönlerini başarı ve başarısızlık açısından kritik edip değerlendirme ve nihayet tarihsel ve birikimsel yönlerini güncele eklemleyip yeni zamanlar ve birikimler açısından tecdit etme… Kanaatimizce böyle olmalı, çünkü yeniden keşif çabası ancak yeniden teşekkül gayesiyle anlam kazanır. Bizim klasikleri yeniden keşif çabamızın, ilmî meraklarımız ya da akademik yükümlülüklerimizin ötesindeki asıl gayesi XXI. yüzyılın ilk çeyreğini idrak ederken hâlâ derinden yaşadığımız entelektüel krizin aşılması yönünde köklü, özgün, kalıcı küresel dünya için değer taşıyan ve ilham verici okumalarla entelektüel geleneğimizi yeniden kurarak insanlığa yepyeni felsefî ufuklar kazandıracak kelamcı, filozof yahut mutasavvıfların, bu ufuklardan ışık alan bilim, düşünce ve sanat insanlarının yetişmesine fikrî zemin hazırlamak olmalıdır.”