“Görünür varlığınız olan bu kesîf belirmeyi Hakk’a siper sayınız.”
“Zîrâ bu beşerî kesîf varlığın birçok yerilmiş vasıfları vardır. Her ne kadar hakîkatte bunların senden zuhûru ilâhî isimler eserlerinden ibâret ise de, mâdemki senin ortada bir yoğun sonraki varlığın vardır ve bunların cümlesinin o varlığa ilişkinliği apaçıktır ve Hak, zât bakımından, bunların hepsinden münezzehdir; şu halde senden yerilmeye lâyık vasıflar ve fiiller sâdır olursa, ‘Bunlar Hakk’ındır, deme; benimdir de!‘ Ve eğer kerem ve atâ (bağış) ve rahmet gibi övülesi vasıflar ve fiiller sâdır olursa / bâtının olan Rabb’ini nefsine siper edip ‘Bunlar Hakk’ındır, de!‘ Zîrâ bunlar ilâhî ahlâktandır. Ve biz bu ahlâk ile ahlâklanmağa memuruz. Nitekim buyrulur: Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız. Ve Hak Teâlâ bize şu âyetle (Nisâ, 4/79) yani ‘Sana iyilikten bir şey isâbet ettikde, Allah’dandır; ve fenalıktan bir şey isâbet eyledikde nefsindendir” âyet-i kerîmesinde bu edebi ta’lîm buyurdu. Eğer böyle yapacak olursan, yani kevn varlığında sâbit olan zemm ve hamdden, zemde nefsini Hakk’a siper; ve hamdde Hakk’ı nefsine siper edecek olursan, âlim olan kimselerin edîblerinden (terbiyeli, zevk sahibi) olursun. Nitekim Âdem (a.s.) kendisinden sâdır olan zelleyi (küçük günahı), hâl hakîkatini ârîf (bilir) iken, kendi nefsine isnâd edip ‘Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ‘ (A’râf, 7/23) buyurdu. Ve zellede nefsini Rabb’ine siper saydığı için, mahzâ (sırf) bu edebi sebebiyle makbûl oldu. Ve İblîs ise Hak’la münâzaa edip (çekişip), edebi terk ettiği için matrûd (kovulmuş) ve lanetlenmiş oldu.