Ömer Türker‘in “Evrim Risalesi İslam Düşünce Geleneğinden Hareketle Bir Değerlendirme” Kitabından (Ketebe Yayınları) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Bütün canlıları sudan yaratan, insana kendi ruhundan üfleyerek ona düşünme ve konuşmayı ihsan eden Allah’a hamdolsun. İnsanın varoluşa ilişkin idrakinin kemalini temsil ve beyan eden Hz. Muhammed’e (sav), O’nun tebliğini mamur dünyaya ulaştıran ve ifade ettiği hakikatlere vâris olan ashabına ve bütün dönemlerde O’nun yolunu izleyenlere sonsuz salât ve selâm olsun.”
Bu kitap modern dönemin en etkili ama aynı zamanda en tartışmalı teorilerinden biri olan evrim teorisini konu edinmektedir. Teori, bilim dünyasının gündemine düştüğü on dokuzuncu yüzyıldan bu yana muazzam etki ve gelişiminin yanı sıra pek çok tartışmaya konu olmuştur. Kilise tarafından akide haline getirilmiş Aristotelesçi bilim geleneğinin kabulleri ve Kitâb-ı Mukaddes’teki insanlık tarihi anlatılarıyla ters düşmesi, öncelikle Batı’da teorinin yoğun tartışmalara konu olmasına yol açmıştır. Özellikle Hıristiyan ilahiyatçılar, başlangıçta evrim teorisine eleştirel yaklaşmışlar ve bir kısmı hâlâ aynı tavrı sürdürmektedir. Bu tartışmalar canlı türlerinin ve özellikle insan turunun başlangıcı hakkında benzer inançlara sahip olan Batı dışı toplumlara da sirayet etmiştir. Fakat bekleneceği şekilde Hıristiyan ilahiyatçıların eleştiri ve tahlilleri de kendi bağlamlarından koparılarak diğer toplumlara intikal etmiştir. Bu durum, genelde İslâm dünyasında özelde Türkiye’de zaten tartışmalı olan olan teoriyi daha da tartışmalı hale getirmiştir.
Türkiye’de diğer pek çok modern sorunda olduğu gibi, evrim teorisine ilişkin tartışmalar hâlâ İslam düşünce geleneğiyle dakik bir şekilde ilişkilendirilmiş değildir. (…) Bu kitabın amacı da İslâm düşünce tarihinde kelam, felsefe ve tasavvuf geleneklerinin duyarlılıkları ve temel kabulleriyle evrim teorisinin bir değerlendirmesini yapmaktır.
(…) Bu kitapta evrim teorisinin kapsamlı bir anlatısı hedeflenmediğinden tartışmayı mümkün kılacak şekilde icma edilen (toplanan) görüşler esas alınmıştır. Bu sebeple başlangıçta oldukça muhtasar (kısaltılmış) şekilde evrim teorisinin bir anlatısı verilmiş, ardından İslâm düşünce geleneklerinden hareketle teorinin temel iddialarının ayrıntılı bir tahliline geçilmiştir.
Kitabın Türkiye’de hem genel olarak İslam düşüncesinden hareketle çağdaş sorunları ele alma yolundaki araştırmacılara hem de özel olarak evrim teorisinin daha isabetli bir zeminde tartışılmasına katkı sağlamasını diliyorum. Ömer Türker (ÖNSÖZ’den)
“İslam, Hz.Peygamber’in (sav) tebliğinden kısa sure sonra dönemin bilinen mamur bölgelerinin önemli bir kısmına ulaştı, yeni bir medenî hayat inşa etti ve yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren büyük bir medeniyete dönüştü. Medeniyet kelimesi, bir arada yaşayan insanların karşılıklı ilişki içinde geliştirdikleri bütün olgulara işaret eder. Bu olguların gücü ve değeri, dayandıkları bilginin açıklama gücünden kaynaklanır. Dayandığı bilginin açıklama gücü bulunmadığına inanılan hiçbir medenî olgu varlığını idame ettiremez. Bazen bu inanç yanlış bile olabilir. Yani insanlar bir bilginin yanlış veya işe yaramaz olduğuna karar verirken hata edebilir, propagandaların etkisinde kalabilirler. Dolayısıyla da bilimsellik vasfını vermeyebilirler veya daha önce verdilerse iptal edebilirler. Ya da bilginin yanlışlığı açığa çıkmış ve bilimsellik vasfını kaybetmiş olabilir. Fakat bir bilginin herhangi bir medenî olguya kaynaklık edebilmesi için mutlaka doğruluğuna inanılması gerekir. Zaman zaman kuşkulu bilgilerin bir sure değerini koruduğu görülür ama kuşku, ateş gibidir. Ya eski bilgiyi eritip yeni bilgiye dönüştürür ya da eski bilgiyi tamamıyla kül eder. Bu bakımdan herhangi bir geleneği ayakta tutan şey, onun temsil ettiği bilgi birikimidir. Bir yerde bilimsel bilgi yoksa orada kapsamlı ve ayrıntılı bir medenî hayat da kurulamamış demektir. Dolayısıyla medeniyetin tarihi gerçekte o medeniyetin kurumlarını inşa eden bilimler ile bu bilimlerin uygulamasını ifade eden tecrübenin tarihidir.
Evet, bilimsel olmakla nitelenmeye elverişli olmayan bir kısım inançlar vardır. Bu inançlar, medeniyetteki davranış tarzlarını doğurur veya onlara yön verir. Lakin böylesi inançlar, dönemin bilimsel bilgileriyle uyumlu hale getirilemediği takdirde uzun süre varlığını sürdüremez. (…) İkisinden birinin kanıttan yoksunluğu, iyi ifade edilememiş oluşu, belirsizliği, derinlemesine düşünüldüğünde kuşkulu yanlar barındırması, birinin ilgilenmediği konularla diğerinin ilgilenmesi, bilim ve inançların uyumlu hale getirilmesini sağlayabilir. Bazen Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi inançlar bilim statüsü elde eder, bu sebeple bilimsel görüşler kendisini kabul ettirmek için bu inançlarla yani sözde bilimsel bilgiyle uyumlu hale gelmek zorunda kalabilir. Bilim ve düşüncenin tarihi, muhtemel durumların neredeyse tamamının örneklerini barındırır.
İslam düşünce geleneği kapsamında bulunan bilim gelenekleri, modern bilimin gelişmesiyle pek çok alanda ya açıklama gücünü yitirme ya da yeni dönemin bilimsel açıklamalarıyla uyumsuz duruma düşme sorunuyla yüz yüze kaldı. İnsanlık tarihinin muhtelif dönemlerine dâir bilgilerimiz göstermektedir ki her dönemde bilimsellik pâyesini temellük eden bilgiler bütünü, önceki dönemlerin bilimsel kabûl edilen bilgiler bütününe nispetle kimi zaman yalnızca farklı açıklama önerir ama bu açıklama, dönemin beklentilerini karşılamaya daha elverişli olur. Modern dönemde özgürlük ve eşitlik kavramlarının adâlet ve nizam kavramlarına tercih edilmesinde olduğu gibi, özellikle dönemlere hâkim olan siyasî ve toplumsal değerler, farklı açıklamalardan birinin diğerine tercih edilmesine yol açar. (…) Canlılığı ve canlıların yaşam evrelerini inceleyen bilim olan biyoloji, özellikle evrim teorisiyle birlikte geleneksel açıklamalardan kökten şekilde farklılaşan bir açıklama modeline ulaştı. (…) İslam düşünce tarihinde kelam ve felsefe geleneklerinde canlılığın mahiyetine ilişkin teoriler ve özellikle felsefe geleneğinde canlıların birbirinden nasıl farklılaştığına ilişkin açıklamalar bulunmaktadır. Fakat bu teori ve açıklamalar, evrim teorisinde olduğu gibi milyonlarca yıllık süreçte canlıların evrim yoluyla birbirinden farklılaştığına dair bir açıklama barındırmadığı gibi dikkate değer bir tarihsel veçhe de barındırmaz. Zaman zaman İslam düşüncesi tarihi çalışanlar, özellikle bir kısım filozofların canlıların farklılıklarının dört unsurunun muhtelif seviyelerdeki karışımlarını ifade eden mizaç aralıklarına dayalı açıklamalarını, modern evrim düşüncesinin öncüsü veya evrimin klasik dönemdeki savunusu sayarlar.
Evrimsel açıklama, hem canlılığın niçin meydana geldiğini açıklamamakta hem de varlık tarzına ilişkin bütün sorulara ilgisiz kalmaktadır.
Biyoloji yüzlerce yıldır metafizik sorular soruyordu da bugün metafizik sorulara kayıtsız kalıyor değildir. Klasik dünyada da biyoloji, zooloji veya herhangi bir fizik bilimi metafizik soruları içermiyordu. Bu bilimlerin çalışmalarının varlık araştırmasıyla irtibatını metafizik sağlıyordu. Bizi bu hususta yanıltan şey, bilhassa bilimlerin bütünlüğünü temsil eden Platon, Aristoteles, İskender Afrodisî, Fârâbî, İbn Sînâ, Fahreddin er-Râzî ve İbn Rüşd gibi büyük filozof ve düşünürlerdir. Bu düşünürler, her alanda üretilen bilimsel bilgiyi birbiriyle irtibatlı olarak ele alan, dolayısıyla fiziksel veya matematiksel bir açıklamanın metafiziksel açıklamayla