Uncategorized Posts

İsmet Özel’in Bir Kitabından alıntılar

 

TÜRKÜM DOĞRUYUM İNTİKAMIM ÜLKEMDİR TİYO Yayınları’ndan, Aralık 2019 1. Baskı, İsmet Özel Kitapları : 21

“Gençlik yıllarımdan bugüne birçok şey oldu ve olanların hiçbiri içime sinmedi.” (s. 7)

“Varlık gösterebilmişsek çocukluğumuza rağmen, ihtiyarlığımıza rağmen gösterebilmişizdir.” (s. 8)

“40 yaşıma kadar yazdığım şiirlerin ilki “Kış”. Dokuz yaşımda kıştan ancak bu kadarını anlardım. Daha sonra neler anlamalıydım? Bu satırları yazarken sonbaharı yaşıyorum. Yeni bir kış 75 yaşımda iken yine başımda.” (s. 8)

“Her gün tok gezebilmek bir marifettir.” (s. 9)

“Sözüm varsa dünya hayatı uğruna kendini yıpratmak şöyle dursun dünya hayatını babasının malı zannedenleredir.” (s. 9)

“Şöhret gülünçlükle tamamlanmadığı zaman meşhur adam ortaya çıkmaz.” (s. 9)

“Türk milletinin kendi millî varlığı dışında kimseden kurtarıcılık umarak bu güne gelmediğinin bilinci sağ ve sâlim tuttu beni. Bundan sonrası farklı olmayacak.” (s. 13)

“Aklımızı Batı’dan esen rüzgârın hepimizi ölümcül bir hastalığın kurbanı ettiğine çalıştıralım. Türklerin yaşarmış gibi yaptığı ülkede 1928 yılından beri “elifba” hükümsüzdür. Sanmayın ki hüküm-ferma Latin alfabesiyle düzülmüş yazıdır. Latin alfabesi Türk vatanında nesi ile hüküm sürüyor? Hiçbir şeyiyle!” (s.13)

“Kime ne faydası oldu benim yazdıklarımın? Şiirlerim 66 yaşında, gazetedeki düzyazılarımın yaşı ondan daha genç: 42.”

“Yunus Emre’dir Karacaoğlan’dan önce aşkın karakterini sabitleyen. Bunu yapışı aşkın âlemşümul hüviyetini faş edişi sebebiyledir: “Ölenler hayvan olur, âşıklar ölmez”. (s. 16)

“Hayatımın meşguliyeti diye bildiğim şiir yazmağa kendimi keşfetmek için başladım.” (s. 51)

“Beni takatsiz bırakan bizzat kendi kavrayış gücümdür.” (s. 43)

Mevâidü’l-irfân

 

(İrfan Sofraları, Niyâzî-i Mısrî, Çeviri: Soner Eraslan, Birinci Baskı: Aralık 2023)

“Otuz Yedinci Sofra Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Ümmetimden hakkı sırtlamak için savaşan bir grup daima bulunur.” (Müslim, İmân, 156.) hadîsi hakkındadır.

Buradaki işaret şudur: Âlem, onu mamur edenler için -ki onlar insanlardır- mamurdur. Zira insan âlemin rûhudur. İnsan din ile din de ehli ile mamur olmuştur. Din ehli olmasaydı bütün insanlar hercümerc ile helak olurlardı. Bütün dinler ise bir sütun ile mamurdur. O sütun da İslâm dini ve ehlidir. Diğer dinlerin mamur olmasından kastım, İslâm’a boyun eğip haraç ödemeleri sâyesinde bâkî olmalarıdır. Müslümanlar ise çokça ibâdet edenler ve sâlihler vesilesiyle mamurdur. Onlar şeriat âlimleri ile, şeriat âlimleri de tarikat ehli ile mamurdurlar. Zîrâ beden ruh ile ayakta durur. Aynı şekilde geri kalan da bir öncesine bağlıdır. Böylece onlar marifetullah ehli ile, marifetullah ehli de hakikat ehli ile mamurdur.

Sarf, nahiv, mantık vesaireden oluşan on iki ilimde de durum böyledir.

Vahdet-i vücûd (Varlığın birliği)

 

“Varlık mertebeleriyle doğrudan doğruya ilgili temel fikir, vahdet-i vücûd inanç ve anlayışıdır. Önce vahdet-i vücûd terimi hakkında birkaç noktaya işaret etmek faydalı olacaktır kanaatindeyiz.

a) Bu tâbîr İbnü’l Arabî tarafından kullanılmamıştır. Bu tâbîri İbnü’l-Arabî’yi inceleyenler îcâd etmiştir; daha doğrusu bu kimseler onu vahdet-i vücûda kâil olanlar (inanmış / aklı yatmış olanlar) zümresinde sınıflamışlardır. Araştırma ve inceleme yapanlar, neticede İbnü’l-Arabî’nin ‘Vücûdun hepsi birdir’, ‘Orada ancak Allah vardır’ ve ‘Vücûdda ancak Allah vardır’ gibi cümlelerinden hareketle vahdet-i vücûd ashâbından olduğuna istidlâl (delîl ile anlama) etmişlerdir. Dr. Suâd Hakîm bu tâbîri ilk kez kullanan kimsenin muhtemelen İbn Teymiye (728/1328) olabileceğini, Michel Chodkiewicz ise ilk defa olarak Sadreddin Konevî’nin (673/1274) Miftâhu’l-Gayb adlı eserinde kullanmış olduğunu ve “şeyhinin doktrinine şüphesiz zarûrî olan felsefî bir ifâde verdiğini, fakat bu sistemciliğin pek çok yanlış anlamalar ortaya çıkardığını (dipnot: Michel Chodkiewicz; Epitre sur I’Unicite Absolue, Les Deux Oceans, Paris 1982, s. 25, not 25.) söylemektedir.

Sadreddin Konevî İbnü’l-Arabî’nin talebesi olduğu ve İbn Teymiye’den 45 sene önce vefat ettiği düşünülürse, bu tâbîri yazılı metinlerde ilk defa Konevî’nin kullandığını kabul etmemiz gerekir. Konevî’nin Miftâhu’l-Gayb (dipnot: Sadreddin Konevî; Miftâhu Cem’i’l-Gayb (Süleymâniye Ktp., Ayasofya 1930) adlı eserine baktığımızda, eserin 12b ve13a yapraklarında “ke-vahdeti’l-vücûd (vahdet-i vücûd gibi) ve “min haysü vahdeti vücûdihi” (vücûdunun vahdeti bakımından) ibârelerini görmekteyiz. Yukarıda adı geçen iki araştırmadan önce, 1967 senelerinde Prof. Dr. Nihat Keklik Konevî hakkındaki çalışmasında “vahdet-i vücûd” terimine Konevî’nin eserlerinde rastlamış ve bu mutasavvıfın düşüncelerini incelerken kullanmıştır. (dipnot: Doç. Dr. Nihat Keklik; a.g.e., s. 86, 124, 151.) Onun vücûd (varlık) anlayışından bahsederken şöyle demektedir: “.. Metafizik bakımdan ise -birçok dallara ve kategorilere ayrılmasına rağmen- vücûdun tek oluşu üzerinde ısrâr edilir. Şüphesiz ki, bu sûretle Tanrı ile kâinat ‘düalizm’inden (ikicilliğinden) kaçınarak, her ikisinin de tek ve aynı şey oluşunu îmâ eden bu nazariye vahdet-i vücûd nazariyesinin tohumlarını şimdiden içinde saklamaktadır” (dipnot: a.g.e., s. 86). Bu ifadeden Konevî’nin “vahdet-i vücûd” tâbirini kullandığını, bununla kastedilen manânın onun eserinde mevcut olduğunu, fakat terim üzerinde pek belirgin bir şekilde durulmadığı anlaşılmakta. Bir başka yerde ise “izâfetler ve nisbetler, Varlık-birliği (vahdet-i vücûd)un veya her tur kesretin (çokluğun) kaynağını teşkil etmektedir” demekte ve bu fikir için Konevî’nin enNefehâtü’l-İlâhiyye isimli eserine atıfta bulunmaktadır. (dipnot: a.g.e., s. 124 ve not 500. “Vahdet-i vücûd” teriminin ortaya çıkışı ve ilk defa bu terimi kullananlar hakkında ayrıca bkz. Dr. Bakrî Aladdin; Abdulganî en-Nablusî (1143/1731), Oeuvre, Vie et Doctrine (Doktora tezi, Paris 1985), c.II, s. 140-146.

Merhûme Ayşe Şasa’nın Fantastik Kurgu olan “Şebek Romanı”ndan alıntılar

 

GELENEK YAYINCILIK’tan 117. , Ayşe Şasa Kitaplığı’ndan 3. Kitap (Birinci Basım / Ekim 2004) olan bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Sinüs 3 adlı öldürücü grip, bulunduğu coğrafi bölgeye yaklaşmaktaydı. Aşı demek, aşı olmak için eczaneye inmek demekti. Ah tembellik, anlık hazlarımızın yoğunlaştırıcısı, ana rahmindeki hayallerimizin güçlendiricisi tembellik..” “Yarın öğleden sonra acaba eczaneye inebilir miyim?” diye düşündü, kendisiyle tembel bedeni bu pazarlığa girişti. Aynı anda, deprem alarmının keskin sinyali ile fırladı. Şimdi hafif çarpıntıyı önleyemiyordu.. Kendini, oturma odasındaki çelik kasaya atar atmaz soluklandı. Deprem etkisini icraya başlamıştı. Şimdi, bir gidip bir gelerek, çatır çatır esneyen bu binada hâlâ oturmasının tek nedeni, binada kiraların gülünç derecede düşük oluşuydu.. 2020’li yılların başlarında inşa edilmiş bu demode gökdelenin depreme bu denli dayanıklı oluşu, geçiştirilen bunca sallantıdan sonra ortadaydı. Herkesin yerdelenlerde yaşadığı bir çağda bir gökdelende barınmakta ısrar edişi, biraz fantezi, biraz da bütçe gereğiydi. Dijital saatinde zaman tuttu Amadeus, “Dört dakka sürebilir, ancak şiddeti 4.1’den fazla değil..” Ah Yeryüzü, ah bilinmeyen bilimsel deneylerle çivisi çıkmış yeryüzü, ah korkular.. (…) Gezegende tek tük kalmış “normal” tipi sinir sisteminin tüm imtiyazlarını komplekssizce sahiplenmiş bir kızdı Doris.. (…) Amadeus bir bardak su içti, soluklandı. Sonra gezegensel tekelin resmî gazetesi ‘Airbus’a döndü. Bir süre daha haberler arasında gezindi. Gezegeni yöneten üçlü konsilin toplantı halinde olduğunu öğrendi, sonra ‘Süblim orangotan’ kutusuna giriş yaptı. Sanat, edebiyat spotları arasında gezindi, ilgisini çeken bir şey yoktu.. Daha doğrusu, biraz önceki deprem, sanata karşı motivasyonunu eksiltmiş gibiydi.. Amadeus şimdi kendini zorladı, dikkat kesildi. Zorladı, yeni bir giriş yaparak üzerinde iki yıldır çalıştığı tezin 1012. paragrafına döndü. “Şebek epistomolojisinde üçüncü aşama” adlı tezinin 1012. paragrafında “Kritik söylem kültürü” bahsine kilitlenmeye, biraz yol katetmeye niyetliydi. Freud, Marx, Pavlov gibi, Neo-Darvinci İkinci Aydınlanma öncesi düşünürlerin sağladıkları eleştirel gerilimin ve gizemci tekniklerin şebek türünün kavrayışını ne denli geliştirdiğini irdeleyen bu pasajlar parlatılmaya muhtaçtı. Amadeus durdu, düşündü: “Kalksam, bir şeylerle oyalansam, bir saat sonra yeniden girişsem..” Lena’yı çok özlemişti. Ay çevresindeki mor uyduda astronot Lena şimdi gecenin tedirginliğini sürdürüyordu. Terliyor, sarı perçemleri ılık ılık yapışıyor muydu? Lena, hep ışınlı battaniyeler, fosforlu yastıklar kullanmayı seven Lena.. Bir haftadır aramıyor, bu da Amadeus’u çıldırtıyordu.. Amadeus bir kez daha Freud-Marx-Pavlov üçgenine dönmeyi denedi. O en çok Freud’u seviyordu.

Muhyiddin İbnu’l Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III’den alıntılar

 

Tercüme ve Şerh’i AHMED AVNİ KONUK ‘a ait olan, Prof. Dr. MUSTAFA TAHRALI ve merhûm Dr. SELÇUK ERAYDIN’ın Yayına hazırlamış oldukları bu eserin III. Cildinden (6. Baskı, 2017) yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Pek çok olan vücûd (varlık) mertebeleri yedili taksîme göre şu şekildedir: 1. Lâ-taayyün ve mutlak vücûd (varlık): Varlığı kendi zâtından ve kendi zâtı ile olan varlıktır. Diğer varlıklar bu “varlık”dan olup varlıkları bu “varlık” ile kâim olur. Bu varlığa “mutlak varlık” denilmesi, bu mertebede hiçbir isim, sıfat ve fiil ile mukayyed (kayıdlı) olmamasındandır. Taayyün (belirme) kayıdlarından uzak ve mutlak olduğu için taayyünsüzlük” (lâ-taayyün / belirmesizlik) mertebesi olarak adlandırılır. “Allah vardır, O’nunla beraber hiç bir şey yoktur” hadîsi bu mertebeyi ifade eder. Bu “vücûd” kavramını akıl, fehm, duyular ve kıyas yolu ile anlamak mümkün değildir. Hâdis (sonradan olan) varlıkların bu mertebeye aslâ şuûru yoktur. Kulun fikren bu varlığı idrâk etmesi muhâldir (imkânsızdır). Bu mertebede varlık tecellîden münezzehdir (uzaktır). Zîrâ tecellî “meşiyyet” (dileme) ile olur. O da bir sıfat olduğu için “sırf varlık” bu sıfattan da münezzehdir.