‘Cins’ adlı aylık derginin Kasım 2021 sayısındaki bazı yazılardan alıntılar
“İnsan bildiklerinin değil de bilmediklerinin seviyesiyle ölçülüyor bugün. Bilmediğimiz, bilemediğimiz o şeylerin kalitesi ayakta tutuyor insanı. (…)
Bilginin peşindeyiz. (…) Hem kaçıyoruz bilgiden hem de kovalıyoruz. “Gazeteler tutuklamış dünya kelimesini / o dünyadan, o şiirden öc almalı demektir” diyor İsmet Özel. Gazetelerin peşinden, doğrunun en uzak akrabasından takip ettik bu sırrı. (…)
Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizin sonucunda ortaya çıkan yapay felaketlerimiz ise bir ayna gibi duruyor karşımızda. (…)
İnsansa her gün yeniden başlayandır. (…) Anısı yani tarihi olmayanın kendisi de yoktur. Anlam bizi kurtaracak mı? Soru’nun cevaptan daha kıymetli olduğu bu çağda her şeye rağmen anlamdayız. (…)” (“Fotoğraf Halk Sanatıdır. Halkımız En İyi Pozu Verir, Bir De Kımıldamasa” başlıklı ilk sayfadaki yazıdan)
“(…) Aslına bakılırsa varlık-mahiyet ayrımının çelişkiye yol açtığı şey, sadece varlığın kendisidir. Bu sebeple İbn Sînâ varlığın zorunluluk anlamına geldiğini, mahiyetin imkânı temsil ettiğini düşünür. (…) Bu tahlile göre varlık zorunlulukla özdeş hâle gelir ve tek bir şeyin hakikati olabilir: Tanrı. Çünkü varlık, bir şeyin hakikati olduğunda artık o şeyin imkânından söz edilemez. (…)” ( Ömer Türker’in “Gazzâlî Öncesi Kelâmcıların Özcülüğü” başlıklı yazısından)
“(…) Kulüplerin hepsinin isminde ‘spor’ yazar. Oysa bunların sporla ilgisi, siyasi partilerin fikirle ilgisi kadardır. Mesele gerçek değildir, gerçeği çağrıştıran sözler üretmektir. Kulüpler arasında sportif bir rekabet olduğu söylenir. Oysa kulüplerin kendi aralarındaki didişmesi partilerin kendi aralarındaki didişmesiyle aynı amacı paylaşır. (…)” (Savaş Ş. Barkçın’ın “Partici ve Kulüpçü” başlıklı yazısından)
“(…) Düşüncenin üretim yeri kalptir. (Bu modern psikolojinin bilemediği hatta anlayamadığı bir husustur. Psikoloji zihindeki düşüncelerin üretim yerinin beyin olduğunu savunur.) Kalpte düşünceler lafızlardan çıplak olarak sadece mana olarak çıkar. İslâm âlimleri düşüncenin de yaratıldığına inanırlar. Yaratılan düşünceler hayal alemine girer ve orada kelime denilen lafızları giyerler. Mesela Türkçe düşünen birinin kalbinden ‘su’, çıplak olarak çıkar, hayal aleminde ‘su’ şeklinde bir kelimeye bürünür, ağızdan lafız olarak ‘su’ diye çıkar. (…) Zihin işleyişine dair en yanlış bilgi, zihnimize gelen düşüncelerden kendimizi sorumlu tutmaktır. İrademize taalluk etmeyen durumlardan sorumlu olmamamız adaletin temel şiarıdır. Düşüncelerimizden sorumlu olduğumuz vehminden dolayı birçok insan batıl bir inanca saplanır kalır. Bu batıl inanç ‘aklımıza gelenin başımıza geleceği’dir. Hemen tüm kaygı bozukluğu yaşayan insanlar bu batıl inançla mâlûldür. (…) İradî olarak Yaratıcı’dan talep ettiklerimiz bile O’nun sonsuz hikmetine uygunsa kabul gördüğü hâlde, aklımıza gelenlerin başımıza geleceği vehmi, vehimlerin en büyüğüdür sonucu rahatlıkla çıkar. (…) Ezcümle, Rabbimiz zihnimize tâbi değildir. O hiçbir şeye, hiçbir sebebe tâbi, bağlı, bağımlı değildir ayrıca. Bu yüzden Rabbimizdir.” (Mustafa Ulusoy’un “Aklımıza Gelen Başımıza Gelir Batıl İnancı” başlıklı yazısından)
“(…) Gazeteler, haber kanalları, ana akım medya kendi kendini imha etti. Gazetelerin sahipleri ve onlarla beraber yöneticileri, köşe yazarları, haberleri, manşetleri değişti. (…) Evet, insanoğlu çok akıllı değil ama o kadar aptal da değil. Ana akım medyadan benim yeni akım dediğim sosyal medya ve dijital medyaya bir göç yaşandı. (…) Artık kurumlar değil insanlar vardı karşılarında ve insanlara bakmaya izlemeye başladılar. (…) Geri dönülmez bir şekilde ana akım medyayı terk ettiler… “
Türkiye bağlamında günümüz gazeteciliğinin dezavantajları ve avantajları konusunda neler söyleyebilirsiniz ? sorusuna verdiği çok kısa cevap: “Şöyle özetleyeyim; bizzat yapmasan aslında güzel meslek!” (Cüneyt Özdemir’le “Gazetecilik Tarafsızlık, Gazeteciler Tarafsız Değildir” başlıklı Adem Metan’ın Söyleşi’sinden)
No Comments