DİN, LAİKLİK, İRTİCA

 

” BMM hükümetinin sabit, müsbet, maddî bir siyaseti vardır; o da efendiler muayyen hudûd-ı millîsi (tayin edilmiş millî hudutları) dahilinde hayatını ve istiklâlini temin etmeye matuftur (dönüktür). TBMM ve hükümeti, temsil ettiği millet namına çok mütevazıdır (…) Biz panislamizm yapmadık belki ‘yapıyoruz, yapacağız’ dedik. Düşmanlar da ‘yaptırmamak için bir an evvel öldürelim!’ dediler. Panturanizm yapmadık, ‘yaparız, yapıyoruz’ dedik, ‘yapacağız’ dedik, yine ‘öldürelim’ dediler. Bütün dava bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız mefhumlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan tazyikatı tezyîd etmekten (baskıları artırmaktan) ise tabiî ve meşru sınırlara dönelim). Haddimizi bilelim”. Mustafa Kemal Paşa. BMM, 1 Aralık 1921

İnsanlık tarihinin ve bunun içinde ilim, din ve kültür tarihinin en mühim ve bir o kadar sarsıcı, dönüştürücü hadiselerinden biri laiklik / dindışılık süreçleridir. Bu süreçlerle geniş ve dar anlamıyla din merkezli bir dünya tasavvuru altüst olmakta, anlamını ve değerini esas itibariyle dinden alan bir kültürel manzumenin, varlıklar ve eşya (şeyler) ile temasın bütün unsurları fikren ve fiilen değişmekte, insanüstüyle, maneviyatla ve öte dünya fikriyle irtibatlı bir insan hafızası, hissiyatı ve duruşu bir şekilde dindışılığa doğru çekilmekte, sürüklenmektedir. Felsefe ve düşünce tarihi açısından da durum böyledir ve bu süreçlerin, birkaçı önemli çokça bölgeye uzanan yönleri vardır; hepsi din ile doğrudan irtibatlı olarak reform hareketleriyle, aydınlanma felsefesiyle, bilim devrimiyle, kapitalist dünya görüşüyle ilgilidir.

Ortaçağın/karanlık çağın bitişi, aklın ve bireyin keşfi, insanlığın kölelikten kurtuluşu gibi sembolik ve güçlü ifadelerle dile getirilen ve meşrulaştırılmaya çalışılan bu süreçlerin bütünü aynı zamanda / bunların yanında her anlamıyla bir düşüş, bir gerileyiş, bir daralma ve aklın, varlığın esareti olarak da yorumlanabilecek bir tarihe ve tecrübeye işaret eder. Dinin, metafiziğin, manevî olanın, kâinatın büyüsünün, insanın iç dünyasının, insanlığın yükselme/yücelme kapasitesinin, kendini/maddeyi aşma ve sonsuzluğa ulaşma istidadının, ahlâkın, kutsalın daral(tıl)ması, düşüşü… Laikliğin kapitalist dünya görüşüyle (varlıkların, insanın, kâinâtın metalaşma ve sıradanlaşmasıyla, her şeyin maddeye ircaıyla, sömürgecilikle) olan kuvvetli ilişkisi hesaba katıldığında düşüşün kuşatıcılığı ve derinliği ile tahripkârlığı daha da iyi anlaşılabilir.

Laikliğin kaynak ve anlam itibariyle tamamen Hıristiyanlıkla, kilise yapısıyla ilgili olması, Hıristiyanlık teolojisi ve tarihinin getirdiği bir problem alanı olarak tezahür etmesi onun neredeyse bütün din havzaları ve geleneklerin hâkim olduğu toplumlar için son asırların en etkili ve belirleyici, dinler açısından aynı zamanda en tahripkâr düşüncesi ve akımı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bir genelleme yapılarak bütün modernleşme süreçlerinin aynı zamanda/bir şekilde laiklik/ sekülerlik süreçlerini de birlikte taşıdığını, sürüklediğini söylemek çok yanlış olmaz. Bazı Türk araştırmacıların laiklik ve sekülerlik yerine çağdaşlaşma kavramını kullanmayı tercih etmelerine de bu zâviyeden bakmak uygun olur. Çağdaş (asrî) olan fikir, tutum, görünürlük ve söylemler dinî ve geleneksel olanın, zamanüstünün, kadimin, tarihin… yerini istilâ edip dönüştürürken geniş manâda dinî- geleneksel olanı da kuvvetli menfi anlamlar yükleyerek “çağdışı”lığa, taassup ve tutuculuğa, eskiye, devri geçmişliğe, karanlığa… mahkûm etmektedir. (dipnot: “Çağdaş / laşma”nın modern Türk düşüncesi tarihi literatüründe kullanımı için bk. İsmail Kara, Din ile Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, İstanbul, Dergâh Yay., 2003, s.13-15. Türkiye’de ilahiyat hocalarının meseleye nasıl baktıklarını görmek için İslâmiyat dergisinin “İslâm ve çağdaş durum”a tahsis edilmiş sayısına bakılabilir; VII/4, Ekim-Aralık 2004.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked