“Düşman olarak kirli zihni bilmeliyiz.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “ALIN TERİ GÖZ NURU” üst-başlığı altında “DÜNYAYI TEKMELEMEK, ALLAH’TAN ÜMİT ETMEK” başlıklı ve 11 Zilkade 1443 (10 Haziran 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=126&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki üçüncü paragraftan bir cümle olarak başlığı teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.
” (…) İstiklâl Marşı metninin yazılışı üzerinden geçen zaman yüz yıldan fazladır. Kazançta olanların Allah düşmanları olduğuna şahit olduk. Türklerin bu müddet içinde başlarına gelene bakarsanız başka bir şey görünmüyor. Gördük mü, var mı görme ihtimalimiz Allah düşmanları karşısında bir cephe? (…)
(…) Kapitalizmin bilhassa ekonomik vakıa sayılmaması gerektiği fikri Avrupalıya şirin görünmedi. İnsanları para karşılığı şuna veya buna sevk etmenin Türkleri çaresiz bırakma saikıyla benimsendiğini itirafa hiçbir Avrupalının gözü yemedi.
(…) Ben nasıl bu yazıyı zihnimi baskılayan bin türlü hegemonyanın tesiri altında yazıyorsam siz de benzer hegemonyaların tesiri altında okuyorsunuz. İşte burada Allah’tan ümit etmenin farkı ve üstünlüğü ortaya çıkıyor. Her zorlukla birlikte bir kolaylık da var. İşimiz kolaylığı yakalamak ise ‘işin kolayına kaçmak’ formülünden uzak duracağız. (Başlık olarak alıntı cümle burada) (…) Müslümansak hayatımızdan yalanı silip atacağız. Kolay mı bu?
Evet, çok kolay. Zira insanlık, yani insan olma hali tabiata uygunluğun bir sonucu değildir. Soyut bir davranışın ürünü olarak insan olma hali ortaya çıkar. Modernliğin en büyük yalanı insanın kendini yarattığı efsanesidir. (…) Her iki örneğin bize öğrettiği şudur: İnsan hangi ortamda, hangi çevrede yetişti ise o ortamın şartlarını sünger gibi emer. Bu emiş insandaki soyutlama kabiliyetiyle gerçekleşir. İnsan iki ayağı üzerinde yürümeği ve bir dilde iletişimde bulunmağı soyutlama kabiliyetinin tecessüm etmesiyle gerçekleştirir. İnsanın insandan farkı derisinin renginden, kafatasının şeklinden değil, soyutlama kabiliyetinde odaklanan biçimden anlaşılır.
(…) Bebek önce yürür sonra konuşur. Birlikte yaşama hadisesine yürümekten daha dayalı bir vakıadır konuşmak. Önce dilin iletişim imkânı devreye girer. Onu kelimelerin yakınlık ve uzaklığını hissetmek takip eder. Dört yaşına varan çocuktan dilin derin yapısına erişmesini bekleriz. Çocuk yürüyerek ve konuşarak mensup olduğu toplumun kalıplarına tavır almağı öğrenir. Onun her öğrendiği başkalarının bir yön çizmesine sebep olacaktır. Yönlerin aldığı şekil toplumun aldığı şekilmiş gibi gelir bize. Hâlbuki yürümeği ve konuşmayı öğrenirken içimize yerleşen her ne ise onunla bir yerden başka bir yere sürükleniriz. “
No Comments