“Entelektüel düşüncemizin gelişimini anlamak”
M.Şükrü Hanioğlu’nun önemli bir yazısı çıktı(Sabah, 27.03.2016). O yazının başlığını bu yazıya başlık olarak alıntıladım.
Söz konusu yazı, “Erken Cumhuriyet rejiminin ‘tarih’i yeni bir toplum yaratma ve millet inşa etme alanlarında etkili bir araç olarak gördüğü” tespitiyle başlıyor. Yazarın buna dayanarak, söylediği şu: “Erken Cumhuriyet rejimi, bu amaçla değişmez, tartışılmaz ve “değişmesi ve tartışılması teklif edilemez” bir “resmî yorum” yaratılmasının anlamlı olduğunu düşünmüştür.”
“Yaratılan resmî tarihin Türklerin geçmişini neolitik çağa taşımaktan da öte fizikî antropoloji ve arkeoloji çalışmaları aracılığıyla medeniyetin kurucusu ve yayıcısı olduğunu savunduğu proto Türkler üzerine yoğunlaşmasının yanı sıra Osmanlı geçmişini ‘olumsuz’ bir parantez olarak dışlamış olduğu” tespiti dikkat çekici. Bu yaklaşımın ve yazıda ifade edilen yaygın kabûl görmüş tezin düşünce tarihimizin uzun süre ciddî biçimde ihmâl edilmesine yol açmış olduğu fikrinde yazar.
Osmanlı tarihine yaklaşımda yumuşamanın başlangıcının İsmet İnönü’nün talimatıyla Tanzimat’ın yüzüncü yıldönümü nedeniyle kaleme alınan kapsayıcı bir derleme olduğunu belirten yazar şöyle diyor: “Buna karşılık Osmanlı araştırmalarının antropoloji temelli tarih ve ona hizmet eden arkeoloji çalışmalarının önüne geçebilmesi için uzunca bir sürenin geçmesi gerekmiştir.”
Dahası, bu araştırmalarda da entelektüel tarihin ön plana çıkmamış olduğu fikrinde yazar. Ağırlık kazanan çalışmalara ve incelemelere işaret ediyor. Daha sonraki yıllarda da bu tabloda önemli bir değişimin gerçekleşmemiş olduğunu söylemesi dikkat çekici. Bunun neticesine dair söylediği de önemli.
Günümüzde beşerî ya da sosyal bilimler eğitimi alan ortalama bir üniversite öğrencisinin saydığı isimler benzeri önde gelen düşünce adamlarının eserlerini ve temel tezlerini değil adlarını ve hangi dönemlerde yaşadıklarını dahi bilmemekte olduklarına değinmesi düşündürücü ve ürpertici.
Bu alanda görülen önemli bir eksikliği “düşünce tarihinin ‘ana hatlarını’ ortaya koyan temel eserlerin yokluğu” olarak belirtiyor. Merhum Hilmi Ziya Ülken’in “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” çalışmasının önemli bir başlangıç noktasını oluşturduğunu kaydediyor. Ve ana özelliğini belirttiği bu çalışmayı yeni eserlerin takip etmediğini.
Bunları ifade ettikten sonra sözü, bu yazıyı kaleme almasına neden olduğunu düşündürür biçimde, “Profesör Süleyman Hayri Bolay’ın yazar ve editör olarak kaleme aldığı ve derlediği sekiz ciltlik “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Siyasî, İdarî ve Sosyal Düşünce Temsilcileri” eserine getiriyor. Bunun “büyük bir boşluğu doldurmuş olduğunu” belirterek. Bu eserin “büyük emek ürünü ve kapsayıcı bir çalışma olduğuna ve düşünce tarihine son derece geniş bir açıdan yaklaştığına; siyasî, iktisadî, edebî, ahlâkî ve dinî düşüncenin önde gelen isimleri ve akımları üzerinden bu alanlarda Tanzimat sonrasında gerçekleşen tartışmaları tahlil ettiğine” vurgu yapıyor ve “uzun yıllar sonra düşünce tarihimizin gelişimini ayrıntılı biçimde ortaya koyan bir ‘tablo’ sunmuş olduğunu” ifade ediyor.
Eserin “Osmanlı-Cumhuriyet devamlılığı tezinden hareketle günümüze uzanan bir zaman dilimini kapsadığına” dikkat çekiyor. Şu dediği önemli: “Eserde uzun bir süreç incelenirken, ideolojik önyargılarla küçümsenen Tanzimat sonrası entelektüel hayatımızın ne denli canlı olduğu gösterilmekte ve dolaylı biçimde de olsa toplumda yaygın kabûl gören “kopuş” tezinin anlamlı olmadığı ortaya konulmaktadır.”
“Çalışmanın ayrıca Batı ile ilişkilerin niteliğindeki değişme sonrasında Osmanlı düşüncesinin basit bir aktarıcılık düzeyine indiği yolundaki yaygın kanaati de ciddî biçimde sorguladığı ve nihayet eserin Batı düşüncesinin farklı bağlamlarda ne gibi dönüşümlere uğradığı alanındaki literatüre de önemli katkılar yaptığını, bu katkının daha güçlü biçimde gerçekleşmesi için çalışmanın ya da en azından kısaltılmış metnin değişik dillere çevrilmesinin yararlı olacağını” belirtiyor.
Yazar şunu da söylüyor: “Düşünce tarihi çalışmalarımızın Profesör Bolay’ın değerli katkısı sonrasında ulaşılan aşamada, Quentin Skinner’in en önemli kuramcılarından olduğu Cambridge Okulu’nun önerdiği türde (bu okulun Oryantalizm suçlamalarına muhatap olmasına da neden olan, Batı dışı düşünceye yeterince ilgi göstermeme zaafını gözden uzak tutmayarak) bir yaklaşımı benimsemesi önemli bir sıçramayı beraberinde getirebilir.”
Ve eserin düşündüğü şu katkıyı da yapacağına işaret ediyor yazar: ” (…), değişik “entelektüel söylemler“in içinde şekillendikleri tarihî bağlamlar üzerinden anlaşılması ve temel tartışma metinlerinin güncel değerlerden bağımsız biçimde değerlendirilmesi mümkün olabilecektir.
Bu da entelektüel düşüncesinin gelişimini daha iyi anlayan, geçmişini “kutsama /reddetme” uçlarında tartışmak yerine “tarihselleştirme“ye gayret eden bir toplum yaratılmasına ciddî katkılar yapacaktır.”
Ve son cümlesiyle yazarın ironili olduğu da sezinlenen, önemi âşikâr bir uyarı ve tavsiyesi: “Bu zor görevi bilimsel sorumluluk ile yerine getirenlerin siyasî eğilimlerine takılmak, onların “neci” olduklarını sorgulamak geçmişe ait tatsız bir hâtıra haline gelmelidir.”
( Yazıyı olduğu gibi ve bütünüyle okumak için tıklayın)
No Comments