“Farklı Bir Savunma ve Muhalefet için Levhalar ve Görsellik”

 

Prof.Dr. İsmail Kara’nın bu başlık altında Derin Tarih dergisinde çıkan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Cumhuriyet ideolojisi baskıcı modernleşme programını etkili ve yaygın bir tarzda sürdürebilmek için din ile tarih ve geleneği, bunlara dair unsur ve sembolleri aynı kefeye koymuş, aynı hizaya yerleştirerek tasfiye etmek, gücünü zayıflatmak istemişti. (…) Yakın çevresinde olan insanlar gibi Cemalettin Server Revnakoğlu için de din-tarih-gelenek üçlüsü içiçe ve birbiriyle irtibatlı işleyen bir mekanizmaya sahipti. Cumhuriyet’ in ilk dönemlerinde birbirlerinden uzaklaştırılan Türklükle Müslümanlık da öyle.

İki asra yaklaşan bir zaman içinde yeni eğitim kurumlarında yetişen Müslüman aydınların, hatta bir kısım âlimlerin ve âriflerin, kuvvetlenen tektip din anlayışının uzantısı olarak farklı din yorumlarına, bu arada tasavvufa, Halk Müslümanlığına karşı tenkitlerinin (karalamalarının demek daha doğru olabilir) giderek artması; hurafe, bâtıl inanç ve bidat edebiyatı üzerinden âdeta bir alay ve küçümseme konusu haline getirilmesi Cumhuriyet dönemiyle başlamış bir düşünce ve hareket değildir. Giderek güçlenen bu etkili temâyülün yeni kaynaklarındn ikini modernleşme / ıslahat hareketleri ile din-İslâmiyet arasındaki fikrî ve felsefî zıtlıklarda ve/ya mesafelerde aramak doğru olur. Bu zıtlık ve mesafeler aynı zamanda modernleşmenin zarureten veya isteyerek kısmen kabulü ve benimsenmesi istikametinde bir uyum ilişkisi olarak da işlemeye başlayacaktır.

İkinci etkili kaynak içselleştirilmiş oryantalizmdir; oryantalistik dili yeşile boyamak / Müslümanlaştırmak veya medeniyet-Avrupa havariliği üzerinden onu sahiplenmektir. Farklı bir uyum arayışı mantığı ve mekanizması da bu…

Bu istikametlerde akan süreçlerin başlaması Cumhuriyet’ten bir, birbuçuk asır öncesine gitmekle beraber 1923 sonrası itibariyle daha bir belrginleştiği ve radikal bir şekilde değişen siyasetin, inkılapların yedeğinde ideolojik bir katılaşmağa evrildiği de şüphe götürmez. Siyasî merkezin bu karar ve tutumlarının karşısında tektip olmayan muhalefetler ve pasif davranış biçimleri gelişmiş, bir kısım sembolik farklı tezahürler ve ifade tarzları ortaya çıkmıştır. Meselâ Kur’ân-İslâ harfleri, eskimez yazı, Kur’ân-İslâm yazısı gibi sembolik ve kuvvetli ifadelerle eski harflerin, eski yazının, eski dünyaya ait levhaların, hatların, istiflerin ( husûsen Besmele, Maşallah, Allah, Muhammed ve tarikat kurucularına ait hatların), ulu kişilerin, cami, Kâbe, türbe gibi kurumların, bunlara ait sembollerin pasif bir muhalefet, bir direnç odağı, bir canlandırma ve diri tutma aracı haline getirilmesi de devrimlerden, İslâm’ın paranteze alınmasından, Harf inkılabı’ndan sonradır. Buna mütedeyyin insanların, dindar halkın pasif fakat ısrarlı bir direnç göstermesi, Müslümanlığına bir şekilde sahip çıkması denebilir. (…) Artık geçmiş eskitarihi, bir mezar taşını, bir hattı, bir kitabeyi, bir türbeyi, bir yazmayı, bir mahyayı, klasik bir sanat sahasını, tarihî bir kahramanı… gündeme taşıyıp korumaya-kurtarmaya yahut doğrudan veya dolaylı yollarla canlandırmaya kalktığımızda el-pençe divan durmak, baş kesmek, aşure pişirmek, yola çıkanın arkasından şu dökmek, Battal Gazi yahut Râbia filmi çekmek/seyretmek gibi gelenekleri sürdürmeye yöneldiğinizde içiçe geçmiş olan bu üç unsurdan herbirine girdi veriyor, herbirini görünür hale getiriyordunuz.

Yakın çevresinde olan insanlar gibi C.S. Revnakoğlu için de din-tarih-gelenek üçlüsü içiçe ve birbiriyle irtibatlı işleyen bir mekanizmaya sahipti. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde birbirlerinden uzaklaştırılan Türklükle Müslümanlık da öyle. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked