FARKLI TÜRLERİYLE VAHİY
FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE 10. CİLD, s.172’den alıntılar:
“Bilmelisin ki, melek, cin, insan, hayvan, bitki ve donuk gibi yaratıklardan her bir cinse Allah vahyeder. Allah Teala hayvanlardan arıyı, donuklardan gök ve yeri zikretmiştir. Gerçi bize göre her şey canlı olsa bile, hâkim duyuda bilinen ve örf haline gelmiş olan, bunlar cansız (donuk) demektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Her bir şey O’nun hamdini tesbih eder. (el-İsra 17/44) Başka bir âyette ise ‘Her bir ümmete bir korkutucu gelmiştir.’ (Fâtır, 35/24) denilir. Başka bir âyette ise ‘ ‘Onu melek yapsaydık , bir insan sûretinde yapardık.’ (el-E n’âm, 6/9) buyrulur. Başka bir âyette ise şöyle denilir: ‘Her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik.’ (İbrahim, 14/4) Başka bir ifadeyle onların anlayacağı dille gönderdik. Farklı türleriyle vahiy, bu menzilin içerdiği konulardandır. Buna göre vahyin bir kısmı, hayal âlemindeki doğru rüyalar gibi, hayal ile algılanır. Bu, uykudaki vahiy iken algılanan şey hayaldir.
İşaret etti de anlamadım işaretini / Meğer bu imada beni kasdediyormuş
Ben Ayn’ın vav’ı idim, bilgi ise açıktır / ‘Kef ‘ ve ‘nun’ arasında gizlenmiş vav (k-v-n)
Levha’ da kıymetli sırları açıklarım / Ki Rahmân onları Nun’da özetlemiş idi
Bu menzilden küçük bir eser kayda geçmiş, adını da el-Fena fi’l-Müşahede diye isimlendirmiştim. Şimdi bu menzilin içermiş olduğu hususları ana hatlarıyla zikredelim, çünkü açıklama uzun sürer.
Bilmelisin ki, bu menzilin mazharının adı nur ismidir. Fakat nurlar iki kısma ayrılır: Birinci kısım, parıltısı olmayan nurlar iken diğeri ise parıltılı nurdur. Buna göre parıltılı nurda tecelli gerçekleşirse, gözleri götürür. Bu nur, Hz. Peygamber’in ‘Nurânî idi, nasıl görebilirdim ki?’ diye işaret ettiğidir. Hz. Peygamber, kendisine ‘Rabbini gördün mü?’ diye sorulduğunda, böyle demişti. ‘Nurânî idi, nasıl göreyim’ ifadesi, parıltılı nura işaret eder. (…) Hz. Peygamber başka bir hadiste de buna işaret eder: Allah’ın yetmiş küsur nurdan, yetmiş tane karanlıktan perdesi vardır. Onları açmış olsaydı, zatının tecellîleri yaratıklarının gördüğü her şeyi yakardı.’ Burada tecellîler, hakikatinin nurları demektir. Çünkü bir şeyin veçhi ve yüzü, o şeyin hakikati demektir.
Parıltısı olmayan nura gelirsek, kendisinde tecellinin gerçekleştiği nurdur ve onun parıltısı yoktur ve ışığı kendisini aşamaz. Bakan kimse, herhangi bir kuşku olmaksızın, onu son derece açık ve parlak bir şekilde görür. Bu ışığın kendisinden ortaya çıktığı -ki her kime tecelli etmiş ise- son derece açık bir halde kalır ve kendisinde bir kapalılık bulunmadığı için hiçbir şey kendisinden gizli kalmaz. Bu tecelli hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurur: ‘Dolunay gecesi ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz.’ Görmek hakkındaki bu benzetmeyle kastedilen şeylerden birisi, ayın ışıklarının görülmesini engelleyemeyecek kadar zayıflaması nedeniyle, ayın zatını görmektir. Bu konuda işin doğrusu şudur: Hz. Peygamber burada dolunay gecesinin kesifleşmesini kasdetmektedir. Çünkü bu esnada göz, eksilme ve artma kabul etmeyen, ayın zâtını görür. Öyleyse bu, ayın zâtının tam ve gerçek idrakidir. Sonra aynı hadiste şöyle demiştir: ‘ Ya da önünde perde olmadan öğlen vakti güneşi gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz.’ Bu esnada güneşin ışığı, en güçlü halindedir. (…) Hz. Peygamber burada dolunay gecesinin kesifleşmesini kast etmektedir. Çünkü bu esnada göz, eksilme ve artma kabul etmeyen, ayın zâtını görür. Öyleyse bu, ayın zâtının tam ve gerçek idrakidir. Sonra aynı hadiste şöyle demiştir: ‘Ya da önünde perde olmadan öğlen vakti güneşi gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz .‘ Bu esnada güneşin ışığı, en güçlü halindedir ve böylelikle bütün şeyler kendisiyle gözükür. Göz de, güneş ışığı üzerlerine vurduğunda, idrak ettiği her şeyi idrak eder. Ancak bu esnada göz güneşin zâtını idrak etmek istese, bunu başaramaz. Bu nedenle benzetme, tecellinin insanların birbirini görmelerini engellemeyeceği şeklinde yapılmıştır. Yani fani olmaz. Bu nedenle (Hakkı görmek), dolunay gecesinde ayı görmeye veya güneşi görmeye benzetilmiş, onlardan birisine benzetmekle sınırlanmamıştır. Bu müşahede mertebesinde kalıcılık ise şöyle pekiştirilmiştir: ‘Zarara uğramayın ve birbirinizi sıkıştırmayın.‘ “
No Comments