“Felsefe, Bilim, Sanat”

 

İsmet Özel‘in “ÜÇ ZOR MESELE Teknik- Medeniyet-Yabancılaşma ( TİYO, Eylül 2014 II. Baskı) kitabının, bu yazının da alıntı olarak başlığını oluşturan bölümünden yapacağım birkaç alıntılama bu yazıyı oluşturacak.

“Kierkegaard, Felsefe hayatın memeleri kurumuş süt anasıdır, eğitir ama emzirmez. demiş. Peki, içinde yaşadığımız teknolojik medeniyetin eğitmeyen ama emziren süt anası nedir? Bilim olmasın? Eğer hayatı bugün içinde bulunduğumuz yapı dolayısıyla anlayacak olursak, bu ezici mekanizmanın mürebbiyesinin (terbiye edicisinin) felsefe, süt anasının bilim, gerçek anasının ise sanat olduğunu anlayabilmemiz büyük bir aydınlık sağlamayacak bize. Hatta sanatın, bilimin ve felsefenin görev yerlerini değiştirmiş olmaları da büyük bir anlam taşımayacak.

Gerçekten, insanın kâinattaki yerini akıl sahibi üstün varlık olarak kavrayan görüş, yani hümanizm, felsefeye, bilime ve sanata birbirine benzeyen görevler yükleyecek, birini diğerinden üstün tutarken, paha biçilmez olarak kabul ettiği insan denilen mahlûkun çeşitli yönlerini övgüye değer unsurlar saymak sûretiyle hesaba katacaktır.

Felsefenin de, bilimin de, sanatın da betonlaşmış, insanı heykelleştiren ve bunu yaparken ona eziyet veren bir tarafı var. Bu taraf çağına göre zikrettiğimiz üç disiplinden birini insanların parlak kılmasını zorluyor. Ortaçağ Hıristiyan dünyası (Bizans dâhil) dinlerini felsefeleştirdiği için birçok insanlık dışı, insan düşmanı görünüşler ve etkiler doğuran bir dünya olmuştur. İnandıkları şeyleri felsefe haline sokmasa idiler, Roma’nın mirasına sahip çıkan ve kurumlaşmış, baskıcı bir kiliseyi de yaşatmazlardı.

XVII. yüzyıldan itibaren bilim, felsefenin boşalttığı yere tâlip olduğu için sonunda, onun kadar zorba, onun kadar derinliksiz duruma geçmiştir. (…) Merak eden, öğrenme zevkinden fazlasına itibar etmeyen felsefe ve bilim yolu, emreden, kendi bildiğini kural olarak dayatan felsefe ve bilim durumuna geçince sertleşmiş, zorbalaşmıştır.

Sanatın yıldızı hiçbir zaman felsefe ve bilim kadar parlak olmamıştır. Gerçi sanatın mutlaklaştırıldığı, sanatçıların tanrılaştırıldığı ortamlara zaman zaman rastlanılmıştır, ama hiçbir çağa sanatın çağı, sanat değerlerinin yönettiği çağ adını yakıştıramayız. Gerçi rönesans ve romantizmin parlak yılları sanatçıların çok dikkat çektikleri, geniş izleyici kitlesi buldukları çağlardır ama kendilerine dikkatle bakılan sanatçılar da insanların dikkatini felsefenin veya bilimin önyargılarına çekme işini birinci görevleri saymışlardır. Sanat, üzerinde ne ölçüde kesin yorumlar yapılırsa yapılsın, her zaman muğlak, belirsiz, sınırları kesinlikten mahrum bir insan uğraşısı olduğu için kurumlaşma ve betonlaşma özelliğine bilim ve felsefeye oranla daha zor ve daha sonra sahip olur. Yine de sanatın insanı iğfal etmede çok etkili bir yöntem olduğu gözden uzak tutulmamalı. Belki bilimin ve felsefenin zorbalık yapmalarında en büyük yardımcı yine sanat eserleri olmaktadır. Buna karşılık bilimin ve sanatın zorbaca baskısından kurtulmak isteyen insanın başvuracağı temel araç, temel yöntem de sanattan başkası değildir.

Sanatın yıldızı hiçbir zaman felsefe ve bilim kadar parlak olmamıştır. Gerçi sanatın mutlaklaştırıldığı, sanatçıların tanrılaştırıldığı ortamlara zaman zaman rastlanılmıştır, ama hiçbir çağa sanatın çağı, sanat değerlerinin yönettiği çağ adını yakıştıramayız. (…) Kendilerine dikkatle bakılan sanatçılar da insanların dikkatini felsefenin veya bilimin önyargılarına çekme işini birinci görevleri saymışlardır. Sanat, üzerinde ne ölçüde kesin yorumlar yapılırsa yapılsın, her zaman muğlak, belirsiz, sınırları kesinlikten mahrum bir insan uğraşısı olduğu için kurumlaşma ve betonlaşma özelliğine bilim ve felsefeye oranla daha zor ve daha sonra sahip olur.

Bilimde, sanatta ve felsefede gerçek itici unsur rolünü yüklenen şey tasarılardır. Bu harekete getirici güç bazı sözleri (eserleri) ortaya çıkarır ve bu eserler bazı olaylara sebebiyet verirler. Bizim dünyamız işte bu gelip geçici tasarıların, olayların ve sözlerin mutlaklaştırılmış, putlaştırılmış olmasından acı çekmektedir. Oysa bu geçici unsurlar insan yapısında dayanaklar arayarak yükselmek, bir dünya kurmak, rahatlık sağlamak isteyen insanların avuntularından ibarettir. Dünyamız bu avuntuları en geçerli insan meşguliyetleri olarak gözetebilme zaafını bünyesinde barındırır.

Müslümanların bu avuntuların ötesinde bir şeyler aradıklarını söylersek doğruya yaklaşmış oluruz.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked