Felsefî Gök Kubbemiz

 

Prof. Dr. İLHAN KUTLUER’in bu kitabından (İZ Yayıncılık: 1000, düşünce dizisi: 127) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İslâm felsefesinin neliği etrafındaki tartışmaların alacakaranlığına biraz ışık tutabilmek ve bu yönde zihinsel bir çerçeve teşkil etmek için son derece basit bir terminolojik şemaya müracaat edeceğiz: İslâm x Felsefe x Tarih. İslâm felsefesi tarihi alanına ismini veren üç terim. Bu terimleri uygun bir referans çerçevesi içinde yan yana getirebilmeyi ne ölçüde başarabilirsek, İslâm felsefesi tarihi çalışma alanını efrâdını câmi ağyârını mâni şekilde sınırlamamız ve bu istikamette önerilerde bulunmamız o derecede mümkün olacaktır.

(…) İslâm’ın iki anlamda kullanıldığı hatırlanmalıdır: Din olarak İslâm, medeniyet olarak İslam. Din olarak İslam ilahi kaynaklı, ilkeleri sâbit, tarih-ötesi ve evrensel olan Kur’an vahyinde ve onun nebevî örnekliğinde ifadesini bulur. Buna karşılık medeniyet olarak İslam, Müslümanların, esasları Kur’ân ve sünnet’te bulunan hakikat öğretisinin kurucu idealleri istikâmetinde ve zaman-mekân şartları içindeki yürüyüşünün tarihsel, beşerî ve birikimsel tezahürüdür. İslâm medeniyeti tarihinde ilmî faaliyet bir bakıma İslâm’ın bu iki anlamına uygun olarak iki bakış açısını gerekli kılmıştır. Bunlardan ilki din olarak İslam tasavvurundan hareket eden, onun temel metinlerini (nasslarını) mevzu, mebde ve mesele edinen, bu metinlerde ifadesini bulan itikad, ahlâk, hukuk ve ibâdet değerlerini hayata geçirmek gayesindeki şer’î ilimlerdir. Bunları tefsir, hadis, fıkıh ve kelam ilimleri şeklinde sayabiliriz. Tasavvufî bilgiye gelince, ‘marife’nin bir ilimler (ulûm) sisteminde metafizik ve/veya ahlâk öğretisi olarak mevki kazandığı her durumda, bazı klasik tasniflerde rastlandığı gibi tasavvufu da şer’î ilimlere eklemeliyiz. Elbette bu ilimler oluşum ve gelişimleri itibariyle tarihsel bir süreç içinde tedevvün etmiş, dînî esaslar, tarihsel problemler ve aklî deneyimlerin diyalojik ilişkisiyle kendi birikimlerini üretmişlerdir. Bununla birlikte temel mevzûu, referansı ve meselesi nass olduğu için metodolojik açıdan bu ilimler klasik gelenekte şer’î/ dînî/naklî/vaz’î sıfatlarıyla nitelenmiş olup günümüzde yaygınlaşan kullanımda ise İslâmî ilimler olarak anılmaktadırlar. Vâkız araştırma yöntemleri belli ve bu yüzden ilim adını almayı hak etmiş ilmî çalışma alanlarının hepsi özünde ‘İslâmî’dir, İslâmî bir değer taşır ancak ilimlerde şer’î olan/olmayan ayırımına gidilmiş olmasının metodolojik anlamı bu yazının konusu değildir..

Şer’î ilimler içinde kelâm ilminin sadece dinî itikadın formülasyonu, temellendirilmesi ve müdafaası olmakla kalmayıp bu işini yaparken teşekkül döneminden beri başvurduğu felsefe metinlerinin etkisiyle bir kozmolojik teoriye ulaşmak istediği ve hattâ giderek bir dinî metafizik olmağa yöneldiği bilinmektedir. Tasavvuf söz konusu olduğunda da bu manevî gelişim disiplininin bazı geç dönem üstadları da psikoloji, ahlâk ve metafizik söylemlerinde felsefenin dilini kullanmağa başladığı ve giderek tasavvufu bir metafizik ilmî olarak kurmağa yöneldiği gözlenmektedir. Bu açıdan bakılırsa şer’î ilimler kategorisindeki bu iki disiplinin felsefî diyebileceğimiz entelektüel boyutlara sahip olduğu açıkça görülecektir. Hattâ zaman zaman kelam, felsefe ve tasavvufun alternatif metafizikler olarak kavrandığını da bilmekteyiz. Tabiatıyla bizi burada İslâm entelektüel geleneğinin üç büyük tezahüründen el-felsefe ilgilendirmektedir ki terim olarak el-felsefe, dînî ilimler (ulûmu’d-dîn) ya da naklî ilimlere (el-ulûmu’n-nakliyye) mukabil felsefî ilimler ya da daha yaygın tabirle aklî ilimler ( el-ulûmu’l-akliyye) olarak anılan ilimler sistemini ifade eder. Metodolojik olarak aklî niteliği belirgin hattâ belirleyici olan felsefî ilimler, medeniyet olarak İslâm’ın “ulûm” tasniflerinde şematik olarak ifadesini bulmuş entelektüel tezahürleridir. Şu halde İslâm felsefesi çalışmak ‘medeniyet olarak İslâm’ın başlıca entelektüel tezahürlerinden birini çalışmak demektir.

İkinci terime, yani felsefe terimine gelindiğinde mümkün bazı önyargıları peşin olarak izale etmek adına şunu hemen belirtelim ki İslâm felsefesi teriminde İslâm geçiyor olması onu teknik anlamda ‘dinî’ yahut ‘şer’î’ bir disiplin kılmaz. Teknik anlamda derken felsefî ilimlerin klasik gelenekteki köklü bir ıstılah(terim) olarak din ilimleri (ulûmü’d-dîn, el- ulûmu’ş-şer’iyye) kategorisine dâhil edilmediği bir kez daha hatırlatılmış olmaktadır. Yoksa bizâtihi felsefe yapma etkinliğinin yahut felsefî disiplinlerle meşgul olmanın aklî erdemini dinimizin değerleri açısından tartışmaya açmak istiyor değiliz. Bizim vurgulamak istediğimiz şudur: İslâm felsefesi tamlamasındaki İslâm terimi İslâm medeniyeti, İslâm toplumu anlamınadır ve esas itibariyle İslâm diyarının vatandaşı olan -bazıları gayri müslim- öznelerin medenî bir toplumda yaşıyor olmanın imkânlarını kullanarak tarih sahnesinde sergilediği felsefî faaliyetin tamamını ifade eder.”


No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked