Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’ den (te’lif: M.İbnu’l-Arabî, Terc. ve Şerh: A.Avni Konuk, Yay. Haz.: Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın) alıntılamalar

 

” ‘Kader‘ ‘kazâ‘nın tafsîlidir. ‘Kazâ’ bir vakit ile kayıdlı olmadığı halde, ‘kader’ vakitlerden bir vakit her bir sâbit hakikatin özel sebepler altında tüm mertebelerde zuhûr edecek hâllerini takdîrden ibârettir. Şu halde kazâ sâbit hakikatlerin meydana getirilmemiş istidâdına ilişkin olduğu gibi, kader de her bir hakikatin mertebelerin tümünde zuhur edecek meydana getirilmiş istidâdına ilişkin olur. Bundan dolayı kader sırrı sâbit hakikatlerden her bir hakikatin varlıkta zât ve sıfat olarak fiilen ancak aslî kabiliyetinin ve zâtî istidâdının özelliği mikdârınca zuhûru hâdisesinden ibârettir.” (s.23)

“Ma’lûm olsun ki, ‘varlık’ insânî hakikat olan vâhidiyet mertebesinden rûh mertebesine indiği vakit üç marifet hâsıl oldu ki, birisi nefs ma’rifeti, yani kendi zâtını ve hakikatini bilmek; diğeri Mübdî (Yaratan) ma’rifeti, yani kendisinin mûcidini bilmek; üçüncüsü mûcidine karşı muhtaçlığını ve ihtiyacını bilmektir. Bu marifet gayriliği kapsar. Ve bu rûh Muhammedî (s.a.v.) rûhdur. Nitekim buyururlar: ‘Allah’ın ilk yarattığı kalem veya rûhdur.’ Ve bir rivayette: ‘Allah’ın ilk yarattığı akıl ve nefsdir’. Diğer rûhlar, onun rûh-ı şerîfinin cüz’iyyâtıdır (tikelleri). Onun için (S.a.v.) Efendimiz’e ‘rûhların babası’ da derler. Bu rûh ‘tüm aklın sûreti’ dir ki ‘hakikî âdem’dir. ‘Varlık’ tüm aklın sağ tarafı ve ‘imkân’ sol tarafıdır. Ve Havvâ tüm nefsin sûretidir ki, ilk aklın sol kaburga kemiğinden var edildi. Bu muhtelif belirmelerin görünürlüğü ve çeşit çeşit doğumların sûretleri tüm akıl ve tüm nefsin izdivâcından hâsıl oldu. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri buyurur: “Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücûda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten ve yayan Rabbinizden çekinin. (…)” (Nisâ, 4/1) (s.31-32)

Şu halde tüm akıl ile tüm nefs bu habbeye (buğday vs. tanesi) yakın olmadıkça ‘ihbitû’ (Bakara, 2/36,38) emriyle zât cennetinden sûret ve belirmeler âlemine inmediler. Ve onların bu yasaklanmış ağaca yaklaşmaları vehim iblîsinin tüm nefse ve tüm nefsin de tüm akla galebesiyle vâki oldu ki, bu kesâfet âleminde onların zürriyyâtı olan âdem ferdleri de her an hayalî çokluklara ve Kur’ân’daki mel’ûn ağaca meftûn olmuşlardır (fitneye düşmüşler). Hak Teâlâ hazretleri bu hakikate işâreten Kur’ân-ı Kerîm’inde ‘Ey habîb-i zî-şânım! zikret şu vakti ki biz sana dedik; muhakkak senin Rabb’in insanları ulûhiyyet zâtı ile kuşatıcıdır. (yani onların hakiki vücudları yoktur; belki cümlesi isimlerimin gölgelerinden ibârettir. Ve gölgeler ise hayâldir. ‘Ve bizim sana gösterdiğimiz rüya ve Kur’ân’daki mel’ûn ağaç insanlara fitnedir’; yani sana gösterdiğimiz belirmeler çokluğu rüyadır. (…) İsrâ,17/60’daki ‘hitab kâf’ı hakikatlerin tümünü ve nisbetleri toplayıcı olan muhammedî taayyündür (belirme). (…) Şu halde ey anlayış sâhibi! Kur’ân-ı Kerîm mazideki Âdem ve Havvâ’dan değil, bizim günlük hâllerimizden bahsediyor. Biz ise bu vakayı mâziye irca ile kendi hâlimizden gaflet ediyoruz.” (s.32-33)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked