Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-II İbrahim Fassı’ndan alıntılar

 

Cenâb-ı İbrâhîm (a.s.)da Hak muhabbeti gâlib olduğundan Allah uğrunda babasından ve kavminden yüz çevirdi; ve Hak yolunda oğlunu kurban etmeğe teşebbüs eyledi; ve çoğu malını terk etti. Ve muhabbetinin şiddetinden Hakk’ı, nurlu oluşunun zuhûru hasebiyle yıldızların zuhur yerlerinde taleb edip: “Eğer Rabbim bana hidâyet etmez ve doğru yolu göstermezse, şaşırmışlardan ve Hakk’ın cemâlinde hayrete düşenlerden olurum.” (En’âm 6/77) dedi. Bu hallerin cümlesi heyeman galebesindendir (şiddetli aşk üstünlüğündendir). Ve âkıbet şiddetli aşk kemâli hasebiyle kendi nefsinden fânî ve Hak’la bâkî oldu. Ve Hakk’ı gökler ve arz ile ruhlar ve cisimler mazharlarında idrâk eyledi. Bu teheyyüm (şiddetle âşık olma) sıfatı ilk olarak Hakk’ın cemâlini müşahededen dolayı hayrete düşmüş yüce ruhlarda görünür oldu. Zîrâ Hak, cemâlî celâlinden tecellî etti; ve onlar Hakk’ın nurlarında şaşkın olup nefislerinden gâib (görünmez) oldular. Dolayısıyla nefislerini ve Hakk’ın mâsivâsını (dünya ile ilgili şeylerini) bilmediler. Ve onların halkıyyeti (yaratılışı) üzerine hakkıyyet (hak olma) mütecellî ve üstün olduğundan onlar bu tecellîde müstağrak (gark olmuş/batmış) ve müstehlek (tüketilmiş) oldular. İkinci olarak nebîlerin kâmillerinden İbrâhîm (a.s.)da zâhir (görünür) oldu. Çünkü Halîlü’r-Rahmân idi. Ve ‘halîl’ muhibbin (sevenin) rûhu meyânında ‘tahallül’ (nüfuz etme) eden habîbdir. Ve ‘hıllet’ habîbde tahallül eden muhabbettir (hıllet: içten sevgi). Dolayısıyla İbrâhim (a.s.) Hakk’ın varlığına mütehallil (nüfuz eden) ve Hakk’ın varlığı da onda nüfuz eden (dâhil olan) olup aslının şiddetinden dolayı Hakk’ın dışındakilerden yüz çevirip gökleri ve arzı yaratana yönelmiş olduğundan İbrâhimî kelime “müheyyemî hikmet”e yakınlaşmış kılındı. Ve bu fass’ta “heyemân”ın ahvâli söylendi. Ve subûtî, ilâhî sıfatlar ilk olarak cenâb-ı İbrâhîm (a.s.) ile görünür olduğundan “kuddûsî hikmet”den sonra bu “müheyyemî (aşırı aşkla ilgili) hikmet”in zikri gerekti.

Yani Hz.İbrahim (a.s.)ın zâtı, ilâhî zâtın varlık tavrı ile sıfatlanmış olduğu şeylerin tümüne şahitler ile girmiş ve ilâhî sıfatların hepsini toplayıcı olmuş bulunduğu için kendisi ‘Halîl’ diye isimlendi. Dolayısıyla ilâhî sıfatlar ve isimler İbrâhîm (a.s.) ile ve cenâb-ı İbrâhîm de, isimler ve sıfatların mazharları tamâmen hakk ile kâim oldu. Ve bu sûrette, ilâhî sıfatların tümü ve zâtî isimler ile sıfatlanmış olarak hepsine dâhil oldu. Ve zâtî ilâhî muhabbet cenâb-ı İbrâhîm’in bilcümle hakikatlerine ve zatına / müstevlî (her yanı kaplayan) olduğu gibi, İbrâhimî muhabbet dahi, ilâhî hakikatlere yayıldı. Dolayısıyla birinci itibara göre, “Halîl” isimlemesi ‘fâil’ anlamına; ve ikinci itibara göre de ‘mef’ûl’ (kılınmış) anlamına olur.

Şair yer verilen beyitte, ‘habîb’ini rûh mesâbesinde görüp, ona bu vech ile hitâb etmiş ve muhabbette ‘tahallül’ün (nüfuz etme) kullanımı, teşbih (benzeme/benzetilme) yoluyla vâkı omuştur. Çünkü kulun Hakk’ın tüm sıfatlarıyla ittisâfı (nitelenmesi) ve onun sıfatlarının tümünü kuşatması ve toplayıcı olması, imtizâc yoluyla olan ‘tahlîl’ değildir. Belki ‘tahlîl’ burada, kul ilâhî isimler ile isimlenmiş olmak için, ilâhî sıfatların tecellisi ile, kulun sıfatının mahv olması ve kulun Hak sıfatları ile kemâliyle kâim bulunmasıdır. Nitekim Hz.Mevlânâ (r.a.) efendimiz Manevî Mesnevî’lerinin ikinci cildinde bu hâli misâl getirerek beyan buyururlar: Tercüme ve izah: ‘Hû’ küpünün rengi Allah’ın boyasıdır. Onun içinde cümle fiiller bir renk olur. Yani ilâhî zâtî hüviyet mertebesinin nûriyle tüm ameller bir renk olur. Birisi o küpe düştüğünde, sen ona kalk desen, yani vahdet mertebesine ulaştıkda, sen ona bu hüviyet mertebesinden ayrıl, kalk beşeriyete çık desen, şevkından o sana : “Küp benim, yani vahdetin küpü ve hüviyetin nûru benim. Sen başkasın diye bana levm etme ( beni kınama) !” der. O “Küp benim” sözü ise “Ene’l-Hak” demektir. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked