Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III “Rahmânî Hikmet” üzerine

 

Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin müellifi olduğu, Ahmed Avni Konuk‘un tercüme ve şerhini gerçekleştirdiği, Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhûm Dr. Selçuk Eraydın tarafından dört cilt olarak yayına hazırlanmış ve yayınlanmış (İFAV) olan bu ünlü eserin üçüncü cildinin (Altıncı Baskı, 2017) XVI. Fass’ından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bilinsin ki rahmet, biri zâtî diğeri sıfâtî olmak üzere iki kısımdır. Ve bu iki rahmetten her birisi de, özellik ve genellik itibâriyle iki kısma ayrılır ki, bu durumda rahmet dört asıl üzerine kurulmuş olur.

İlk asıl: umûma mahsus zâtî rahmettir. Bu rahmet ahadiyet zâtında saklı olan oranlar ve olayların, Hakk’ın kendi zâtında kendi zâtına tecellîsi sûretiyle ilim mertebesinde sübût (meydana çıkma) bulmalarıdır. Diğer ifadeyle Hakk’ın ahadiyet zâtında sıkıntı içinde kalmış olan esmâsını (isimlerini) rahmânî nefesle soluklandırıp onlara ilmî varlık vermesi sûretiyle bu sıkıntıdan azad etmesidir ki, bu rahmet esmânın tümünü kapsayıcıdır. İkinci asıl: Özel zâtî rahmettir. Bu rahmet Hakk’ın bazı kullarına muhabbeti eserlerinden olan ezelî inâyettir (lütuf, ihsan). Ve bu inâyet için hiçbir sebep ve vesîlenin dahli ve etkisi yoktur. Üçüncü asıl: Sıfatlarıyla ilgili genel rahmettir. Bu rahmet şeylerin hepsine açık olan genel zâtî rahmet hükmüdür. Zira zâtî genel rahmet gereğiyle ilimde sübût bulan sâbit hakikatlerin sûretleri, bu hakikatler hükmünce kevnî (kozmik) hakikatler s6retleriyle görünür oldular. Dördüncü asıl: Sıfatlarla ilgili özel rahmettir. Bu rahmet de özel zâtî rahmetin hükmü olup ezelî kutlulara özgüdür.

İşte Süleyman (a.s.)’ın, zâtî genel rahmet ve zâtî özel rahmetin hükümleri olan sıfâtî genel rahmet ve sıfâtî özel rahmet ile ihtisâsı ve bu ihtisâs hasebiyle âlemde hükmü ve genel tasarrufu olması yönünden Süleymânî kelime ‘rahmânî hikmet’e bitişik kılındı. Dolayısıyla Hak Teâlâ Süleyman (a.s.)a ulvî ve süflî âlemi hizmetkâr kıldığından, insan ve cinde ve vahşî hayvanlar ve kuşlarda ve bilcümle kara ve deniz hayvanlarında, su, hava, toprak ve ateşte hüküm ve tasarrufu görünür oldu. Nitekim onun bu tasarrufları Kur’ân âyetlerinde beyan buyrulmuştur. Süleyman (a.s.), bu tür tasarruflarından olmak üzere, Yemen Melike’si olan Belkıs’e hitâben yazdığı mektubu, Hüdhüd kuşuna yükleyerek gönderdi. Belkıs böyle âdet hilâfında olan bir yolla mektubun ulaşmasını vezirlerine haber vererek ‘Ey ileri gelenler!Bana kıymetli bir mektup bırakıldı’ (Neml, 27/29) dedi. Cenâb-ı Şeyh (r.a.) bu âyet-i kerîmenin ötesini tefsir ederek zikr ile bu yüce fass’a başlayıp buyururlar ki: Tahkîkan bu mektup Süleyman’dandır ve Tahkîkan o, yani onun mazmûnu (manâsı) ‘Bismillahirrahmânirrahîm’dir. O halde bazı insanların Süleyman’ın isminin Allah ismi üzerine takdîmini (öne alımını) bir yanlış anlama- yorumlama olarak değerlendirmek gerekir. Hiç icad olunan şey icad edene tekaddüm eder mi? Elbette etmez. Dolayısıyla merhûm olan Süleyman (a.s.) ın mûcid olan Rahim’e istinadı sahîh olmak için, Belkîs’e gönderdiği mektupta ‘er-rahman er- rahîm’ isimlerinin kendi ismine tekaddüm etmesi lâzımdır.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked