Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-II’nin Sâlih Fassı’ndan bazı alıntılar (s.341- 344)
” (…) Cenâb-ı Efdalü’d-Din Hakanî ne güzel buyurur. Rübâî tercüme ve izahı: Hikmet âleminde bizim varlığımızdan garaz, esmânın (isimlerin) mâlik oldukları kemâlin izhârıdır. İlâhî, Senin isimlerin eşyânın (şeylerin) varlığını gerektirir; fakat sen zâtın itibariyle o isimlerden ganîsin; ve onların kemâllerinin zuhuruna ihtiyacın yoktur. Sen ancak onları gizlilik örtüsünde sıkıldıkları için, sırf haklarında bir rahmet olmak üzere varlık feyizlendirmesi var edip izhâr eylersin.
Şu halde hudûs (sonradan olma), yeni şeylerin hepsine nisbeten geneldir. Ancak yukarıda açıklandığı üzere ‘sebep’ hudûstan daha geneldir. Şu halde âlemin hudûsu için ‘sebeb’in sâbit olması, âlemin Allah’dan hudûsundan daha umumîdir. (…) Dolayısıyla her iki şıkta da ‘hâdis’ ‘sebeb’in altına dahil olmuş olur. (…) İşte görünüyor ki, birtakım kıyaslar düzenlenerek kazanılan anlamların bulunmasında da üçlemenin hükmü görünür oluyor. Bundan dolayı ister Hak tarafından, ister halk tarafından olsun kevnin (olmanın) aslı üçlemedir.
Yani oluşun aslı üçleme olduğundan Hak Teâlâ Salih (a.s.)ın kavminin helak olmasını üç gün erteledi. Bu üç günün sonunda O’nun va’di gerçek oldu. (…) Sâlih (a.s.) zamanının kâmil insanı olduğundan, her ne kadar ilâhî isimlerin hepsine mazhar idiyse de, bu isimlerden onun üzerine gâlip olan Fettâh ismi idi; ve hikmeti de ‘Fütûhî’ oldu. Ve ‘fütûh’ umulmayan bir şeyden bir şeyin zuhuru olduğu için, îcâdı içine alır bulundu; îcâd da üçleme üzerine dayanmış oldu. Dolayısıyla oluşun fesâdı demek olan toplumunun helak olması da üçleme üzerine meydana geldi. Ve Hak Teâlâ Hûd sûresindeki “Fakat Semûd kavmi o deveyi ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki,’Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!’ Bu söz yalanlanamayan bir tehdit idi.” (11/65) Bu üç günün birisinde onların yüzleri sarardı, ikinci günü kızardı, üçüncü günü karardı. Bu üç günün sonunda da helâk olmağa istidâd gerçek oldu; ve bu sûrette onlarda fesâdın varlığı zuhur etti. İşte bu zuhura da ‘helâk’ denildi.
Hak Teâlâ saîd (yükselen) olan kulları hakkında Abese sûresi’nde ‘O gün bir takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir.’ (80/38-39) buyurdu.
No Comments