Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-IV’den(te’lif: M.İbnu’l Arabî, terc. ve şerh: A. Avni Konuk, Yay. Haz.: Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın) alıntılamalar
İlyâsî kelimede mündemic (içkin) înâsî (alıştırmaya bağlı) hikmet‘in açıklanması üzerine olan fass‘tan (XXII) bazı alıntılamalardan ibâret olacak bu yazı.
“Bilinsin ki, cenâb-ı İlyâs rûhânî mizacı hasebiyle melekî sûretler ve cismânî mizâcı hasebiyle de beşerî sûretler mizâcına mensup olduğundan rûhânî sûreti yönünden rûhânî sûretler olan melekler ile ünsiyet (ahbaplık) edip aralarında vâki olan iştirâk hükmü (ortaklık hükmü) sebebiyle onların ruhânî mertebelerinde onlar ile sohbet etti. Cismânî sûreti yönünden de cismânî sûretler olan insanlar ile ünsiyet edip unsurî tabiî sûretlerde onlar ile olan ortaklık hasebiyle onlarla muhalata eyledi( uyuştu / karıştı). Bundan dolayı Hz. İlyâs iki sûreti toplayıcı ve iki âlem arasında berzahlık (aralık /fâsıla) ile görünür oldu.
Dolayısıyla ‘rûh’ ile, nefs tabir ettiğimiz cesed, hakikatte tek şeyden ibarettir. Aralarındaki fark letâfet (latîflik) ve kesâfet (kesîflik) ten başka bir şey değildir. Kesâfet mertebesinde rûha ‘nefs’ ve kuvvetlerine de tabii kuvvetler denilir. Fesâd ve fenâ niteliği ancak bu unsûrî kesîf cesede ilişkin olur. (…) Kesîf olan insanî cesedin letâfet kazanması ise mutlakâ cesedlerin sûretlerinin bozulmasını gerektirmez; sûret bâkî iken letâfet niteliği hâsıl olur. O cesed artık cisimlenmiş rûhtur. İşte bu cesed letâfet kazanımı ile rûh mertebesine yükseldikde onun için ölüm yoktur. Ve rûhun bedene ilişmesi tabiri bu izahattan anlaşılır. (s.27) Ve böyle cesedden bu şehâdet mertebesinde rûhî eserler zâhir olur. (s.28) (…) Böyle bir kimsenin tabii kuvvetleri rûhânî kuvvetlerinde mahv ve müstehlek (tüketilmiş) olur. (s.28) Bununla halk nazarında cesedlerin sûreti bakılan olduğundan, bu yönden kesâfet ehli ile üns ve muhalata eder (alışır ve karışır). Ve letâfet ve ruhâniyyeti yönüyle de letâfet ehli olan melâike-i kirâm ile alışıklık sağlar ve sohbet eyler. Nitekim Hızır ve Îsâ (aleyhime’s-selâm)ın hâlleri budur. Şu kadar vardır ki, Hızır (a.s.)ın beşerî sûreti üzerine melekî sûreti gâlib olduğundan insanların gözlerinden gizli kaldı. Sûret bâkî iken letâfet kazanılması keyfiyetini akıl ile idrâk mümkin olmaz. Bunu cesedleri cisimlenmiş rûh olan zevât-ı kirâm zevk olarak bilirler. Mesnevî’den tercüme: ‘ İmdi kıyâmet ol, kıyâmeti gör! Her şeyi görmek için bu şarttır.’ (…) Beyt: Yok ol! Bilmek dilersen bilmek oldur / O ol, bulmak dilersen bulmak oldur Meselâ ateşte kıpkırmızı olan demir parçası, kesîf sûreti mevcut iken ateşin vasfı ile vasıflanmış olur. Kendisine temas edeni yakar. O halde iken hem demirdir, hem de ateştir. Mesnevî’den tercüme: ‘Demir ateşin renk ve tabiatından muhteşem oldukta o ben ateşim ben ateşim, der.’
İşte İlyâs (a.s.) da melekî varlık ile insânî varlık arasında böylece berzah gibi olup, her iki tarafın hükümlerini toplayıcı oldu. (s. 28) “
No Comments