“Fusûsu’l-Hikem’in Sırları”ndan (Sadreddin Konevî Kitaplığı, Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yay.1.Basım:2014) alıntılar
Fusûsu’l-Hikem* kitabı şeyhimiz, imam, kâmil, ümmetin hadisi, kâmillerin imamı, imamların imamı, Muhyi’l-hak ve’d-din Ebu Abdullah Muhammed b.Ali b.el-Arabî et-Taî’nin (r.a.) muhtasar kitaplarının en nefislerinden birisidir. Bu eser onun son neş’eleri ve tenezzüllerindendir. Fusûsu’l-Hikem, Muhammedî makamın kaynağından, zatî ve ahadiyet (birlik) özelliğindeki ‘cem’ meşrebinden varis olmuş, böylelikle de Hz. Peygamber (a.s.) Efendimizin ‘Allah’ı bilmek’ hakkındaki zevkinin özünü içeren ve içinde zikredilen büyük veli ve nebîlerin zevklerin kaynağına işaret eden bir kitap olarak gelmiştir. (…) Dolayısıyla Fusûsu’l-Hikem, onlardan her birisinin kâmil makamının içermiş olduğu şeyler üzerine adeta bir ‘mühür’; bu makamların kapsadığı ve kendilerinden zuhur eden şeylerin asıllarına dikkat çeken bir eser olmuştur.
*Fusûsu’l-Hikem, tasavvuf ile iç içe geçmiş metafizik hakkında bir kitaptır. Eserde yazarın amacı genel olarak varlığın tabiatını ve mümkün varlığın (âlem) vacib varlık (Allah) ile olan ilişkisini araştırmaktır. Eserdeki en önemli yön en kâmil mazharları olan nebîlerin sûretlerinde tecelli eden ilahi hakikatin araştırılmasıdır. (…) Ebu’l-Ala Afifi’ye göre İbnü’l-Arabî bu eserde amelî ve nazarî tasavvufun meselelerini sunmadığı gibi salt felsefi meseleleri de ele almaz. Ya da el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye ve diğer bazı eserlerinde yaptığı gibi fıkhî meseleleri arz edip bunları tasavvufî açıdan yorumlamaz. İbnü’l-Arabî bu eserinde tasavvuf felsefesindeki bir sistemi özetler. (…)
‘Hepsi kuşkusuz, bu özellikteki bir kitabın sırlarına muttali olmak ve bu mesabedeki bir ilmin kaynağını öğrenmek, ‘tahakkuk’ etmeye bağlıdır; bu tahakkuk kendisinin tahsis edildiği, bütün bu sırları tadan, bu sırların kendisine açıldığı (keşf edildiği) ve bu sırları getiren kimseleri varis kılar. Hak bu bîçareye, sonunculuk sırrına kendisinin tahsis edildiğini ve -Rabbinden başka- İbnü’l-Arabî ile birlikte olan hiç kimsenin onun kuşattığı sırlara varis olamayacağını bildirmiştir. Bununla birlikte bu yüce yaygı dürüleceği ve bu ulvî çadır bozulacağı için üzüntü duyuldu.**
Bunun üzerine bu camiliğin kapsadığı bazı kemâlleri taşıyacak tâbilerin kalacağını haber vermiştir. Nitekim Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Bu ilmi, her nesilden âdil olanlar taşır. Onlar taşkınların tahrifini ve batıl yoldakilerin yanlışlıklarını bu ilimden uzaklaştırırlar.’ Allah’a hamd olsun, bu haber ile mesrur olundu. Durum, geciktirme ve beklemek üzere kaldı. Böylece Hak bu vakitte erdemli nefis sahibi, kardeşlerimizin seçimlerinden ve dostlarımızın en değerlilerinden bir grup ikame etti. Onlar düşük himmetli kimselerin duramayacağı yerde durmuşlardır; üstelik Hakk’ın sevdiklerinden ve muhkem kitabında işaret etmiş olduğu temiz kimseler için tercih ettiği şeyin gereğini yapmışlardır. Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Her birisinin, işledikleri şeyden dereceleri vardır.’ (Ahkaf,19). ‘Hepsi ona yönelmiştir, siz hayırlar için yarışınız.‘(Bakara,168) (…)
**Bu veciz ve sembolik ifadeleriyle Sadreddin Konevî, gerek İbnü’l-Arabî ile ilişkisi gerekse tasavvufî sırların açıklanmasıyla ilgili çok önemli hususları dile getirmiş olmaktadır. İbnü’l-Arabî’nin kendi devriyle kendisinden Hz. Peygamber’in devrine kadar olan dönemi marifet ve sırlara muttali olmak yönünden ayırt ettiğini biliyoruz. İbnü’l-Arabî’ye göre Hz. Peygamber devrinin şartlarından dolayı sırları açıklamak yerine herkesin idrak etmekte güçlük çekmeyeceği dinin genel hükümlerini açıklamıştır. (…) İbnü’l-Arabî kendi devrinin ise tam anlamıyla bir keşif ve açılma dönemi olduğunu belirtmektedir.” (alıntılar s.7-10 arasındandır)
No Comments