Fütûhât-ı Mekkiyye, c.11’den (te’lif: M. İbn Arabî, çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 2009) alıntılar
“Samimi dostum, bilmelisin ki, Allah yaratıklarının sayısınca gökten yere doğru miraçlar (merdivenler) belirlemiştir. Gökteki her ayak yeri, Allah’ı tespih eden bir melekle doludur. O melek Allah’ı onun adına belirlenmiş zikirle zikreder. Allah Teâlâ’ya ait yeryüzünde de bu kadar melek vardır ve onlar hiçbir zaman göğe yükselmezler. Göktekiler de yeryüzüne inmez. ‘Her biri namazını / duasını ve tespihini bildi ‘ (en-Nûr, 24/41) (…) Allah meleklerin miraçlarını Kürsüden göklere doğru belirlemiştir. Bu esnada melekler göklerde bulunanlara özgü ilahi emirleri getirirler. Bunlar, ayrım özelliğindeki (furkanî) işlerdir. (…) Allah’ın akla iradî bir tecelliden meydana gelmiş zatî bir yardımı vardır. Böylelikle akıl, bu genel tecellîde tafsilî bilgileri öğrenir. (…) Sidre nur ağacıdır ve cennetteki yüksek ağaçlar ile yere ait süfli ağaçların hakikatleri ona ulaşır. Kökleri ise zakkum iken köklerinin dalları unsurlar âlemindeki bütün acı ve zehirli ağaçlardır. (…) Öyleyse Sidre dünyada, cennette ve cehennemdeki bütün bitkilerde ve cisimlerde büyümenin ilkesidir. Onun üzerinde öyle bir ışık ve parlaklık vardır ki, âlemde hiçbir bilgi sahibi onu niteleyemez. (…) Hz. Peygamber sahih bir hadiste şöyle demiştir: ‘Her gün yetmiş bin melek Beyt-i mamur’a girer ve bir daha geri dönmez.’ Allah’ın mülkünün ne kadar geniş olduğuna bakınız! (…)
En sonunda yedinci göğe iner. Burası yakın göktür. Getirdiği emanetleri orada bulunanlara ulaştırır. Yanında her göğün sahibinin gücü olduğu halde, inmesi için göğün kapıları açılır. Onunla birlikte bütün sabit ve hareketli yıldızların güçleri ile feleklerin güçleri ve felek hareketlerinin güçleri de iner. (…) Öyleyse inen her ilahi emir ilahi bir isimdir. (…) Binaenaleyh ilahi emir, iniş yolu boyunca uğradığı bütün sûretlerin bir toplamıdır. (…) En sonunda toprağa ulaşır. Burada yaratıkların kalplerine tecelli eder. Kalpler de -istidatlarına göre- onu kabul eder. Kalplerin kabulü türlü türlüdür. İnsanların kalplerinde bulduğu hatıralar ve düşünceler (bu kabulden) meydana gelir. Onlar, bu hatıralara göre çalışır, arzu duyar ve onlar nedeniyle hareket ederler. Bu hareket itaat olabileceği gibi günah veya mübah da olabilir. Öyleyse maden, bitki, hayvan, insan, yeryüzüne ait bir melek veya göğe ait bir melek; kısaca âlemdekilerin bütün hareketleri, yeryüzüne inen bu ilahi emirden ibaret olan bu tecelliden gerçekleşir. İnsanlar kalplerinde kaynağını bilemedikleri düşünceler bulurlar ki, onların kaynağı budur. (…) Bütün bunlar, ilahi emrin âlemdeki bu kimselerin hakikatlerine yönelik elçileridir. (…) Bütün âlemlerde ulvî ve süflî etkiler bu elçiler vasıtasıyla gerçekleşir. (…) Bu ilahi emri bir başkası, onu başkası takip eder. el-Aziz ve el- Alim’in takdirine göre, her nefes ilahi emir böyle iner.İlahi emir hükmünü onlarda uygulayıp geri dönmek istediğinde, bütün varlıklardan elçileri kendisine gelirler. Bu elçiler, gönderildikleri kimselerde ortaya çıkan sûretleri getirirler. İlahi emir de çirkin veya güzel olan o sûretleri giyer ve -Rabbinin önünde bütün sûretlerle gözüken ilahi bir isim olarak durana kadar- geldiği yoldan geri döner. Hak o sûretlerden dilediklerini kabul eder, dilediklerini de kendisine uygun suretler içerisinde sahiplerine çevirir. Allah o sûretlerin yerleşeceği yeri bilgisinden dilediği bir yer yapar. Böylelikle elçiler, belirttiğimiz bu tarzda, yeryüzüne sürekli gelirler.
Şimdi de Allah ehlinin kendilerine inen ilahi emir karşısındaki tavırlarını zikredelim: Allah ehlinden muhakkik olan (hakikati ortaya çıkaran) kişi, bu emrin inişini ve yakın gökten ayrıldığında üç yıl boyunca inmek üzere havada dolaşmasını müşahede eder. Ardından yeryüzünde ortaya çıkar. Yeryüzünde her bir şeyde gözüken her hadise, söz konusu emrin gökten her bir andaki inişinden itibaren üç senelik sürenin dolmasıyla gerçekleşir. Keşif ehlinin büyük kısmı, kendilerine gösterilen bilinmeyenleri buradan dile getirir; çünkü onlar, gerçekleşmezden önce gizli haberleri görür ve gelecek yıl gerçekleşecek hadiseleri bildirirler. Bunun yanısıra, yıldızların ruhlarının ve ilahi emrin hizmetinde inen feleklerin hareketlerinin onlara verdiği bilgileri söylerler. Müneccim bu hareketlerdeki etkileri nasıl alacağını bilirse, verdiği hükümde isabet eder. Kahin veya gelecekten haber veren arraf doğru söylediklerinde ve gerçekleşmezden önce, başka bir ifadeyle yeryüzünde etkisi ortaya çıkmazdan önce bir şeyi bildiklerinde buradan haber verirler. Yoksa insan, dönüşleri esnasında feleklerin hareketlerinden hangi işlerin gerçekleşeceğini nasıl bilebilir ki? (…) Matematikçi-müneccim ve kahin ruhaniyeti, himmetinin yöneldiği şeyin rengiyle boyanır ve bu sayede öğrenmek istediği şey ile arasında bir ilişki gerçekleşir. Bu durumda talep ettiği şeyin ruhaniyeti gözlem esnasında ona içerdiği şeyi ulaştırır (feyazan). Ardından müneccim ve kâhin, gelecekte gerçekleşecek hadiseler hakkında hüküm verirler.
Âriflere gelirsek, onlar, Allah Teâlâ’nın her bir varlıkta özel bir yönü (vech) bulunduğunu bilirler. Bu nedenle onlar, herhangi bir şeye o şeyin sebepleri yönünden bakmazlar. Onlar her şeye Haktan o şeye ait yönden bakarlar. Bu durumda arifler Hakk’ın gözüyle eşyaya bakar ve yanılmazlar. İlahi emir böyle bir arifin kalbine indiğinde, daha önce ifade ettiğimiz üzere, uğradığı yerlere göre suretler giyinmiş bir halde iner. İlahi emrin kendisiyle ilk akıl’a gözüktüğü ilk sûret, ilahi ve esmai bir surettir. (…) Arif, ilk akıl’ dan yeryüzüne kadar bütün varlıklarda bulunan ilahi sırları ilahi emirden öğrenir. Halbuki kâhin, arraf ve benzerleri ise özellikle unsur âleminde gerçekleşecek hadiseleri bilirler.
Sonra Arif, bu ilahi emirden edep elbiseleri giyer, kendisinden bilgi alışta Hakk’ın karşısında bulunma bilinci (huzur), heybet ve nur kazanır. Öyle ki, ilahi emir onu yükselttiğinde, yüce göklerin melekleri onun karşısında şaşırır. Allah da onunla meleklerine karşı iftiharla şöyle der: ‘işte bu kul size göre aşağı ve süfli yere yerleştirilmiştir. Fakat bulunduğu yer ona etki etmemiş ve mertebesi onun üzerinde hüküm sahibi olmamış, perdelerin çokluğu onu benden perdelememiştir. Kulum hepsini yarıp aşmış, bana bakmış, bilgisini benden almış. Bir de -karanlık yoğun unsur perdeleri bulunmadan- sizin gibi olsaydı, durumu nasıl olabilirdi?’ Hakkı dinleyen melekler şöyle der: ‘Allah’ım! Seni tenzih ederiz. Bu, dilediğin kullarına bir ihsan ve rahmet olarak verdiğindir.’ ‘Allah büyük fazilet sahibidir.’ (el-Bakara, 2/105) Bu kul, Allah’ın yaratıklarından sadece ilk akıl’a ve Allah’ı bilmeyle kendilerinden geçen yakın meleklere benzeyebilir. Bu âlemde böyle bir kalbin sahibi, ancak Allah adamlarından Tekler (Efrad) olabilir. Hızır vb. Onlar, Hz.Muhammed’in meşrebindedirler. Meleklerin Muhammedî-vâkıf kalbe nasıl indiklerini kısmen zikretmiş olduk. (…) ” (alıntılar: s.20-21-22-23-24-25)
No Comments