Fütûhât-ı Mekkiyye 18.cildin başlarından alıntılar

 

Te’lifi Muhyiddin İbn Arabî‘ye, tercümesi Ekrem Demirli‘ye âit , yayınlanması Litera Yayıncılık’tan olan (bu 18. cildin baskısı: 2012) Fütûhât-ı Mekkiyye‘nin başlarından yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Allah kullarının üzerinde hüküm sahibi olan el-Kâhir’dir. O’nun arşı (yeryüzü) döşeği üzerinde hükümrandır. ‘Yukarı’ ilmî zevk yoluyla öğrenilebilir. O ilim kitapların hükümlerini hakkıyla uygulayıp mertebeleri ayrıştırana mahsustur. (…) Onlar peygamberlere uyan ve doğru yol ehli olanlardır. Peygamberlere gelirsek, onlar, kudretli kimseler olduğu’ kadar zevkler de onlara mahsustur. Bu bakımdan peygamberler basiret üzereyken onlara uyanlar iddialarında peygamberler gibidir.(…)

“(…) İçen kişi şarap içerse neşelenir. Şarap içen kötü bir iş yapmıştır, çünkü şarap aklı sarhoş eder, düşünceyle araya perdeler çeker. Sarhoşluk sonuçları haberlere yerleştirir, perdeler kalktığı için sırları izhar eder (görünür kılar); hâlbuki güçlü bir otoriteye sahip ve ulvî derecedeki o sırların dünyada ifşa edilmesi yasaklanmıştır. (…) Dünyada yasaklanmış bu sırlar ahirette ise ikram edilecektir. (…) Buna mukabil Hak şöyle der: ‘Lâkin ayıldığımda bu kez ben / Arzunun ve devenin sahibiyim

Bu makam daha üstündür, çünkü o, hayâtın ve canlılığın rabbidir. Bunu iyice düşünmelisin ve bu ölçüyü anlamalısın! (…) (Hz.Âdem’in) O’nun önünde düşüp (yeryüzüne) ‘hübût’ ettiğini (indiğini) görmez misin? Düşerken hata etmiş, Rabbinden öğrendiği kelimeleri telakki edip onlarla tövbe etmiş, en güzel netice ve varış yerine nail olmuştur. Bunun nedeni günah işlerken yasağı çiğnemek veya ışıktan karanlığa çıkmak gibi belirli bir maksadı taşımamış olmasıydı. Bu itibarla cezaya maruz kalsa bile ârifin hata işlemesi, ona dönük bir ihsan ve hediyeyken hediye alan kişi ‘odalar içerisinde’ emin ve güvenli bir haldedir. Bilginin değeri sahibine yani âlime hükümleri olmayan tüm mertebeleri vermektir. Bu sırrı bilen kişi, onu bilenin Rabbinin hiçbir emrini ihlal etmeyeceğini öğrenir; ihlal eder ve hüküm verirse, câhil ve zâlim sayılır. Bununla beraber bilgisiyle âsî olmuş, hükmüyle karşı çıkmıştır. İtikat etse bile âsî olduğunu söylemez. Böyle birisi muttali olan ve müşahede eden biridir. Aynı durum kıyamet saati gelince O’na itaat edenler için geçerlidir. Dolayısıyla âlimler hüküm verenler ve hikmet sâhipleridir. Onlar hiçbir şeyin değerini çoğaltmayacakları gibi hiçbir yaratılışın (ve âlemin) düsturunu başka bir sınıra taşımazlar (her şeye hakkını verirler). Bu ‘kanma’ hali olmasaydı, nebiler olmaz, hüküm itibarı ile Allah duşmanları ile veliler arasında fark kalmaz, mertebeler bilinmez, mezhepler ortaya konulmaz, teklif olmaz, tasarruflar hüküm veremez, ‘belli süre ve ecel’ olmayacağı gibi gören ile kör ayırt edilemezdi.

Bunlardan birisi de iki yüz elli sekizinci bölümden ‘Suyundan kana kana içmeyen O’nun nebilerinden değildir’ bahsidir. Sudan içen, âlimlerin sâhip olduğu hayatla canlanırken; süt içen, Yemen adamları arasında belirginleşir ve farklılaşır. Saf bal içen kişi ilhâmına hakkını veren iken şarabı içen ise hakikati gizleyemez. Şarap müsamahaya yol açarken süt ifadeye, su ruhların hayat sahibi olmasına yol açar. Bal ‘kanat’ sahiplerinin bilgisidir. O bilgi açık bilgidir. (…)

Bunlardan birisi de iki yüz elli dokuzuncu bölümden ‘Resmini silenin adı yok olur’ bahsidir. (…) Bedenler ruhları kabulden yüz çevirip elçilerinden sorgu meydana geldiğinde yönetim vakti sona erer, iksir kabı kırılır, gayba kavuşmaya ve dostları görmeye dönük hasret artar, yok edicilik özelliğiyle birlikte ölüm çıkar gelir, şehirler boşalır ruhla beden ayrışır, her biri aslına döner, her biri kendi akraba ve ailesiyle bir araya toplanır. Dolayısıyla beden toprağa katılırken güneşe benzetilen ruhla insan yükselir, Allah’a izafe edilen ruha katılır ve o ruhla birlikte ilahi huzura girer. Orası kudsiyet mertebesi ve ünsiyet meclisidir. (…) Bu itibarla Allah saadete ermiş mutluya emelini verirken bedbaht ve şakiyi terk eder ve başarısız bırakır.

Bunlardan birisi de ‘Kime sebat verilirse gecelemekten emin olur’ bahsidir: Gecelemekten korkmayan ölülerin arasında sabahlar. Ey seçilmişler! ‘Benim ve sizin düşmanınızı dost edinmeyin.’ (el -Mümtehine, 60/1) Onlara sevgi göstermeyin, içlerinden sözleşme yaptığınız herkese karşı verdiğiniz sözü ve ahdi yerine getirin! Dinin üzerinde sabit kal ve onların inancına tesir etmesinden sakın! Haç’a inanan kişi ‘kuyu’ ehline katılır. Allah’a kimseyi ortak koşma ve tevhidi dayanak edin. Varlıkta duyan biri yokken, kavminden ayrı düşmüşün sesi nasıl çıkabilsin ki? Ölümle nitelenmişken nasıl onun sesi olabilir ki? Söz uyuyana nispet edildiği kadar ölüye de nispet edilebilir; ölü de konuşur, onunla da konuşulur. (…)

Bunlardan birisi de ikiyüz altmış birinci bölümden ‘Vitirdeki (teklik) örtü’ bahsidir: Akıl neyi aklettiğini bilir. Bu itibarla akıl bir örtüdür. (…) Akıl oluşla (kevn) bağlanmış ve sınırlanmıştır. Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. Bununla beraber kendisine uyanı Allah’ın yolundan uzaklaştırır, fakat Allah’tan değil! Çünkü o da Allah’ın melekûtu kapsamında ve dolayısıyla O’nun kudreti dâhilindedir. (…) Hak varlıkta vücûd bulan her şeyin aynıdır.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked