Gökhan Özcan’ın son okuduğum yazısından…
İyi yazı, iyi konuşma ararız ya kimilerimiz, Gökhan Özcan’ın yazıları bu niteliktedir. Kendisini sadece yazılarından tanırım ve iyi tanıdığımdan eminim. Samimidir, dürüsttür, temel kaygısı ve derdi bellidir. Yazıları bunu yansıtır. 7 Nisan 2016 günü çıkan yazısından sonra en azından bir yazısını daha okumayı umuyordum ama nasılsa ve nedense bu arada başka yazısı çıkmadı. 7 Nisan tarihli yazısı ise nâdiren kaleme aldığı türden bir yazı. Alışık olduğumuz tarzda bir yazı bu ama Gökhan Özcan’ın yazısı. Çoğu yazısının yansıttığını yansıtıyor yine. “Tanımlanmış zeka tuzaktır!” başlıklı bu yazısına, bazı alıntılar sunmak sûretiyle, dikkat çekmeliyim.
“Bizi kapılmamızı istedikleri şeylere inandırmaya çalışanlar; önümüze, kendimizi zeki hissetmemizi sağlayacak küçük eğlenceli oyunlar koyarak başladılar işe. (…) Kendimizi kendimize zeki hissettirecek ne varsa hepsini yaptık, kendimizi zeki hissettik ve bu çok hoşumuza gitti. Sonra her şeyi zekamızı gösterebileceğimiz şekilde konuşmaya ve elbette anlamaya başladık. Oysa bu bir oyundu ve oyunu kuran, oynayanlardan hep bir adım önde, hep bir adım daha zekiydi.
(…) Alttan kurşun kalemle hafifçe çizilmiş bir şeyin üstünden renkli kalemle geçiyoruz biz. Yani başkalarınca dizayn edilen bir tasarımı görünür kılmış oluyoruz sadece. Bunun adına zeka diyoruz, yetenek diyoruz, tarz diyoruz ve kendimizi çok önemsiyoruz.
(…) Yani daha zeki olmanın aslında hiç bir önemi yok. Daha zeki olmaya azmedenler, daha fazla ve daha hızlı körleşiyor.
Hepimiz neredeyse aynı kişi olduk ve hâlâ kendimizi ‘özel’ hissediyoruz. (…)
(…) Ortaya bir şey atıyorlar, bütün gün onunla oynuyoruz.Ertesi gün yeniden başlıyoruz, aynı oyunu yeniden oynuyoruz. Her defasında, bizi ayrıcalıklı kılan bir şey başarmış gibi hissediyoruz kendimizi. (…)
(…) Bunlar insanı kendi gözünden saklamak üzere dizayn edilmiş türedi kılık kıyafetler, hepsi nefsaniyetin fiyakalı gardırobunda bizi bekliyor. Sana da giydiriyorlar her gün, bana da giydiriyorlar. (…) Devam ediyor döngü böyle ve sonunda buna alışıyoruz. O kadar alışıyoruz ki, artık hayat budur sanıyoruz. Her şeye fevkalade hakim olduğumuzu sandığımız bu zamanın en aldatıcı oyunu bu!
Hayat bu değil, bu sadece bir oyun, köpeklere özgü bir oyun… Hayat, oyuna kapılarak unuttuğumuz o yerde! Belki bir gün kendimizi bu kör döngüden kurtarıp geri dönebiliriz diye ümitle bizi bekliyor.
(…) Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz, suları kirletmeden.” diye bir replik var, Tarkovski’nin ‘Nostalghia’sında.”
(alıntıların ait olduğu yazıyı okumak için tıklayın)
No Comments