Günümüzde üniversite tek bir soru etrafında bir araya getirilebilse bu soru ne olmalı?
Ahmet Ayhan Çitil‘in bu başlık altında Teklif isimli 2 aylık düşünce dergisi‘nin Üniversite konusunda yazılar içeren 8. / Mart 2023 sayısında bu başlık altında çıkan yazısından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Tarihsel olarak üniversite, akademik ilgilere sahip kişilerin bir araya gelerek teşkil ettikleri bir oluşum. (…) Bir üretim ve insan yetiştirme faaliyeti söz konusu. (…) Günümüzde üniversite genellikle üç işlevle mükellef (sorumlu ) kabul ediliyor: araştırma, öğretim ve topluma hizmet.
Bilinebilir olanla bilinemeyecek olanı ayırt etme, henüz bilinemeyenlerin alanını netleştirme, hangi bilinmeyene yönelik çalışmaların öncelikli olacağını tayin etme, bilinmeyenin farklı yüzleri ile nasıl bir kurumsal yapılanma içerisinde irtibat kurulacağını belirleme ve oturup (ya da kalkıp) bilinmeyeni olabildiğince bilinir, yönlendirilebilir, kullanılabilir hale getirme, (…) araştırma işlevinin ilgi alanına giriyor.
Öğretim işlevi bir yandan araştırma yapabilecek akademisyen adaylarının yetiştirilmesini içeriyor. Üniversitenin de içinde var olduğu siyasî yapının belki de en önemli amaçlarından birisi her türlü piyasayı düzenlemek olduğundan ve kimin hangi işi nasıl bir ehliyete sahip olarak yapabileceği bu tür bir düzenlemenin kalbinde yer aldığından, meslek edindirme amacını taşıyan üniversite ikinci temel işlevi olan öğrenimi ve bu öğrenim faaliyeti sonunda mezunlara diploma vermeyi bu siyasî arka planda üstlenmiş oluyor.
Son olarak üniversitenin toplumun ufkunu genişletmesi; mevcut siyasî, iktisadî, kültürel yapıların bir değerlemesini ve eleştirisini yapması, vatandaşlara ömür boyu öğrenim imkânları sağlaması ve toplumsal sorumluluk projelerinde öncülük etmesi bekleniyor.
(…) Tüm bu işlevler yerine getirilirken üniversite mekânında sayısız soru soruluyor ve bu sorulara cevaplar aranıyor. Tüm bu işlevler yerine getirilirken üniversite mekânında sayısız soru soruluyor ve bu sorulara cevaplar aranıyor. Tüm bu soruların arasından bir soruyu seçip üniversite yapılanmasının merkezine koyabilir miyiz? Diğer tüm sorularla uğraşırken herkesin aklında ayrıcalıklı bir sorunun bulunmasını isteyebilir miyiz? Böyle bir sorunun belirlenmesi için çaba göstermek pek çok nedenle anlamlı bulunmayabilir. Birinci neden kimsenin böyle bir talebinin olmaması ihtimalidir. Hayattaki her şey kadar üniversite de karışık ve karmaşık bir mekândır ve kalkıp sorulardan bir soru seçerek onu üniversitedeki tüm arayışların merkezine koymaya çalışmak daha en baştan başarılabilir bir amaç olmayabilir. İkinci bir neden olarak, böyle bir sorunun önerilmesinin çoğulculuğa mekan teşkil etmesi beklenen üniversitenin tekçi bir bakış açısının cenderesine sokulmasının ne ölçüde arzu edilir bir iş olduğu öne sürülebilir. Başka nedenler de sıralanabilir. Bunların hepsinde bir haklılık payı olduğunu düşünebiliriz.
Öte yandan üniversitenin ideal bir toplum modeli sunması da kendisinden beklenenler arasındadır. Nitekim üniversite farklı görüşlere, yaklaşımlara, hayat tarzlarına sahip insanların barış içerisinde gerçeklikle irtibat kurmaya çalıştığı bir ortam oluşturabilmek durumundadır. Böyle bir ortamın var olabilmesi ve sürdürülebilmesi bazı biçimsel şartların üniversite içerisinde yaşanan tüm süreçlerde gözetilmesini gerektirir. (…) Bu şartların ‘biçimsel’ olması, arastırılan ya da öğretilenlerin içeriği ile ilgili bir belirlenime sahip olmamaları anlamındadır. (…) Lâkin bu biçimsel şartların sağlanması üniversitede her türlü görüşün ve yaklaşımın rahatça var olabileceği bir ortamın kurulabilmesi için yeterli midir? (…) Hakikat Tanrı’nın tecelligâhı olan kâinatta ve (inananlar için) kutsal kitaplarda aranmayı ve bulunmayı beklediğine göre, zamanını ve emeğini böyle bir arayışa vakfetmeyi düşünenlerin bugünkü üniversitenin kökeninde gördüğümüz kurumlarda bir araya gelmeleri çok anlaşılır bir durum olurdu. O dönemlerde dinlerin benimsediği hakikat anlayışı ile uyumlu olmayan bir üniversitenin teşkili de zaten düşünülemezdi. Antik Yunan felsefesinden kaynaklanan felsefe ve diğer bilimlerin naslarla çatıştığı durumlar ise ya açıklanmaya muhtaç ya da reddedilmesi gereken düşünceler içeriyor olurlardı.
Modern dönemde yaşanan ve tarihsel seyrini yakinen bildiğimiz dönüşüm hakikat ile irtibatımızın yeni bir hâl almasına ve bu arka planda üniversitenin amacının ve işleyişinin yeniden düşünülmesi ne yol açtı. Nasların anlaşılması ikinci plana itilirken, teknoloji geliştirme ve politika üretme amaçlı arastırma faaliyeti ön plana çıktı. (…) Çağdaş akademinin teşekkülü Kant’ın transandantal düşüncesinde belirginleşen bilinebilir- bilinemez ayrımına dayandırıldı. Kendisinde bir ‘iyi’ fikrinin yerini insanın ahlâkî eylemleri sonucunda inşa edilen bir ‘iyi’ fikri aldı. (…) Üniversite bilinebilir olanın araştırıldığı, buradan hareketle insanlığa refah ve mutluluk getirecek teknolojilerin geliştirildiği, politika önerilerinin dile getirildiği ve topluma özgürleşmenin modelini sunan bir kurum olarak öne çıktı.
Öte yandan bu dönüşüm bir zamanların metafiziksel olarak adlandırılabilecek sorularını ortadan kaldırmadı. Kant’ın kendinde şeyin, Tanrı’nın (mutlak bütünlüğün), kâinatın, rûhun, tarihin veya organizmanın bilimi yapılamaz derken ortaya koyduğu sınırlar, bilimsel etkinlikle karışık cedelî (diyalektik) tartışmaların konusu haline geldi. Bu itibarla bilinebilene yönelen üniversite ile bir zamanların metafiziksel sorularına dokunmaya çalışan üniversite iç içe yaşamaya başladı. (…) Yapay zekâ ne ölçüde geliştirilebilir? İnsan zihnin işleyişi nörobilimsel bir zemine indirgenebilir mi? (…) İlk bakışta heyecan verici görülen bu sorular akademide yürütülen pek çok projenin arka planını oluşturuyor. Asıl soru tam da bu noktada karşımıza çıkıyor: Salt bilimsel araştırmaların ötesinde bu tür soruların peşine düşen bir üniversite, yukarıda andığımız biçimsel şartların sağlanması üzerinden insanlığı içinde barındırabilecek bir mekân olma işlevini yerine getirebilir mi? Bizim bu konudaki görüşümüz olumlu değil. Bu sorular tüm toplum kesimlerini, tüm inançları kuşatabilecek bir içeriğe sahip değil. Dikkatlice bakıldığında hissedilemeyen ideolojik ve bölücü bir çekirdeğe sâhip. Özellikle Müslümanların kendileri olarak özelde akademiye genelde yaşama katılmaları konusunda tereddütleri yol açıyorlar. Yukarıda sorduğumuz iki soruyu tekrar hatırlayalım: “Bu biçimsel şartların sağlanması üniversitede her türlü görüşün ve yaklaşımın rahatça var olabileceği bir ortamın kurulabilmesi için yeterli midir?” “Ve eğer yeterli değilse az önce bahsettiğimiz ve toplum için bir ideal teşkil etmesi beklenen üniversitenin herkesin kendisine ve geleceğine yer açıldığı bir ortam olarak temel işlevini yerine getirebilmesi ne ölçüde muhtemeldir?” Bizim ilk soruya cevabımız ‘hayır’ ve ikinci soruya cevabımız ise ‘pek muhtemel degil’ olmak durumunda. Dolayısıyla en başta sorduğumuz asıl sorumuza dönersek: “Günümüzde üniversite tek bir soru etrafında bir araya getirilebilse bu soru ne olmalıdır?” Yukarıda yürüttüğümüz tartışmadan hareketle bu soruyu daha güç bir başka soruyla da değiştirebiliriz: Akademinin mevcut sorularının yol açtığı dışlayıcılık sorununa yol açmayan yeni bir soruyu akademinin merkezine yerleştirebilir miyiz? Kanaatimizce bu tür bir soruyu düşünmek insanlığın gerçeklikle irtibatını yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla evvelâ üzerinde düşünülmesi gereken büyük bir soru bulunmaktadır. Bu soruyu şu şekilde ifade edebiliriz: İnsanlık gerçeklikle nasıl irtibat kurmalı ki *mükellefiyetlerini tam olarak idrak edebilsin * hakikate sadık sözü söyleyebilsin. (…) *insan olmanın imkânlarını ve gerekliliklerini hakkıyla fark edebilsin (…) *yüzyıllara, binyıllara yayılan müktesebatına nesiden nesle etkili biçimde aktarabilsin.
“(…) Düşünebildiğim kadarıyla bu soru şu şekilde ifade edilebilir: Her bir bireyin kendi dünyasında kendi ayakları üzerinde durabilmesi nasıl sağlanabilir?
Kanaatimizce böyle bir soru tüm insanlığı tek bir üniversite ideali etrafında bir araya getirebilecek bir potansiyele sahiptir. (…)”
No Comments