Bu günün (25.02.2018 Pazar) seçtiğim bir gazete yazısının birkaç yerinden alıntılar
“(…) İki ülke, Soğuk Savaş koşullarında NATO şemsiyesi altında “sensu stricto” yâni dar anlamıyla “ittifak” ilişkisi sürdürerek siyasî ve askerî güçlerini “ortak tehdit”e karşı seferber etmiştir. Ancak Atlantik ittifakı kendisini doğuran Soğuk Savaş koşullarının ortadan kalkması sonrasında kapsamlı yapısal değişime uğramış ve Türkiye ile ABD arasında bu tür “ittifak” geçmişte kalmıştır.
Soğuk Savaş’ın sonlanması, NATO’nun genişlemesi ve tarafların farklı “tehdit algıları” geliştirmesi, ABD ile Türkiye açısından “sensu largo” yâni geniş anlamda ve iki ülkenin “ortak amaçlara” ulaşma amacıyla faaliyetlerini koordine etmeleri türünden bir “ittifak”ın dahi işlevselleştirilmesini zorlaştırmıştır. (…)
Aslî “ortak tehdit”in farklılaşması ve fazlasıyla “soyut” hedefleri paylaşma iki ülkenin olay bazında işbirliği ötesine geçecek “ortaklık” oluşturmasını imkânsız kılmakta, çoklu ittifak içinde yer alma böylesi bir ilişkiye dönüştürülememektedir.
Bu açıdan değerlendirildiğinde NATO ittifakının iki ülke arasındaki sorunları çözecek bir anahtar işlevi görmesi mümkün gözükmemektedir.
(…)
Günümüzde gelinen noktada Türkiye-ABD ilişkisinin “stratejik ortaklık” olarak tanımlanması da kapsayıcı bir çerçeve sunmaktan uzaktır.
(…)
Küresel bir güç olan ABD dünyanın en fazla “stratejik ortak”a sahip ülkesi durumundadır. Singapur’dan Ürdün’e, Brezilya’dan Türkiye’ye, Meksika’dan İsrail’e ulaşan bir yelpazadeki ülkeler ABD tarafından “stratejik ortak” olarak tanımlanmaktadır.
(…) Buna karşılık mevcut “stratejik ortaklıklar”ın tümü aynı gözle değerlendirilmemekte, örneğin İsrail ile geliştirilen diğerlerinin fazlasıyla önüne geçmektedir. (…)
(…)
Bunun “hedef odaklı” stratejik ortaklık için dahi sınırlı bir işbirliğini yansıttığı açıktır. Dolayısıyla ABD-Türkiye ilişkisinin “ittifak”ın yanı sıra kapsamlı bir “stratejik ortaklık” çerçevesinde değerlendirilmesi de zordur.
NATO şemsiyesi altında “müttefik” ve “teröre karşı stratejik ortak” olan ABD ve Türkiye arasındaki ilişkiyi bunlar değil tarafların Ortadoğu’nun yeni biçim ve sınırları konusundaki tasavvurları şekillendirmektedir.
Bunlar arasındaki uçurum, taraflardan birisinin “hayatî tehdit” ve “beka sorunu” olarak gördüğü bir bölgesel aktörün diğeri tarafından silahlandırılması benzeri gelişmelerin yaşanmasına neden olabilmektedir.
(…), ilişkinin “kriz yönetimi” çerçevesinde sürdürülmesini zorunlu kılmaktadır. Bunun yapılabilmesi için ise ilişkideki sorunların “ittifak” ve “stratejik ortaklık” retoriği ile aşılamayacağının kabûlü gerekmektedir.
(…)
Bu nedenle, gelinen noktada, iki ülkenin Soğuk Savaş dönemindeki “ittifak”ı ihya etmesi ya da çoklu hedeflere yönelik derin “stratejik ortaklık” geliştirmesi benzeri beklentilere kapılmamak gereklidir. Buna karşılık, (…) “kriz yönetimi” başlatma konusunda uzlaşmaları önemli bir adımdır.
Şüphesiz bunu “yapmaya karar vermek” ile “hayata geçirmek” arasında ciddî farklılıklar bulunmaktadır. (…)“
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/02/25/turkiye-abd-ittifak-stratejik-ortaklik-kriz-kontrolu
No Comments